27 Ocak 2018 Cumartesi

İNSAN İLİŞKİLERİ-3…

İNSAN İLİŞKİLERİ-3…
YAKIN… YAKÎN…
                Yakın, iki nesne arasındaki mesafeyi ifade etmede kullandığımız bir kelimedir ve Türkçedir. Uzak, kelimesinin karşıtı, zıddıdır…
                Oysa YAKÎN, Arapça bir kelime olup mesafe ve boşlukla ilgisi yoktur. Bir şeyi; bilmenin, tanımanın, anlamanın seviyesini-dozunu ifade eder.  Hatta mizahımıza dahi girmiştir. Yakın ve yakîn kelimeleri…
                Gencin, bürokraside bir işi vardır. Ne yapsın? Ülkemizde yasama ve yürütme erkini elinde bulunduran o kudretlû, saadetlû, hörmetlû milletvekiline gider derdini anlatır.Kendisine yardımcı olmasını istirham eder. O da ne yapsın?
-Ne yapacak Mirim  gayet kolay. Hani parlamenter, meclis armalı kartvizitini çıkartır ve arkasına “Hâmil-i kart Yakînimdir.” Yazar ve ilgili bürokrata gönderir… Artık o gence referans olmuştur.
-Evet aynen öyle. Milletvekili o bürokrata “Ben, bu kartı taşıyan arkadaşı tanıyorum, benim aşina olduğum biri aman haaaa ona göre davranasın… İşini yap! Yapamıyorsan da öyle kırıcı falan olma…” Demesine getirir…
Bizim gibi demokrasisi yeni gelişen ülkelerde böyle şeyler olur. İnsanların değeri; sistemle, kurallarla, mevzuatla ölçülmez de konumla ölçülür maalesef. Referansın dozu “Yakînin” olursa farklı olur; hele hele bir de “yakını” olursa işler daha da değişik olur…
-Mirim şu YAKÎN konusunu biraz açsan.
-Tamam. Yakîn, bilme anlama seviyesi dozu demiştik ya. Bu da üç kademedir.  Birincisi: İLM EL-YAKÎN olarak anılır ki; yazı-çizi ile bir şeyi anlama, bilmedir.  Sütle ilgili, bir yığın kitap okur incelersiniz. Bu konuda bildiğiniz her şey kitabidir. Birinci kademede bir biliştir o.
İkinci kademedeki biliş: AYN EL-YAKÎN  adını alır. Kitaben bildiğin şeyi; tadar, koklar, dokunur, sesini duyar, gözünle görür incelersin; bu da ikinci kademe biliştir. Yani sütü içersin…
-Mirim yani ilm el-yakînden üstündür.
-Evet. Üçüncüsü de HAKK EL-YAKÎN… Bu da en üst düzeyde bir biliştir. Bir şeyin özünü bilebilmek.
Peki biz bu genel değerlendirmeyi neden yaptık?
Biz Rasülüllah Efendimizin şahsiyetini ve peygamberliğini İlm el-Yakîn seviyesinde biliyoruz. Yani kitaplardan yazı çizi olarak. Oysa onun sahabesi ve hele hele eşleri bizden daha derin seviyelerde daha üst seviyelerde biliyorlardı. Zira Efendimizle onlar iç içi yaşadılar. Beraber yemek yediler, savaştılar, beraber oturup güldüler-ağladılar. Sevildiler, sevdiler, seviştiler.  Bu denli vukufiyet; C. Hakk nazarında da yetki ve sorumluluğun ikiye katlanmasına sebep oldu.  Ve aşağıdaki şu ayeti Celilelerin nazil olmasına inmesine sebep oldu:
“Ey peygamberin kadınları, sizden kim açık bir çirkin-utanmazlıkta bulunursa, onun azabı iki kat olarak artırılır. Bu da Allah'a göre pek kolaydır. (Ahzab Suresi, 30)
Ama sizden kim Allah'a ve Resûlü’ne gönülden -itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona ecrini iki kat veririz. Ve Biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır. (Ahzab Suresi, 31)
Ey peygamberin kadınları, siz kadınlardan herhangi biri (gibi) değilsiniz; eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü maruf bir tarzda söyleyin. (Ahzab Suresi, 32)
Evlerinizde vakarla-oturun (evlerinizi karargah edinin), ilk cahiliye (kadınları)nın süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah'a ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister. (Ahzab Suresi, 33)
Evlerinizde okunmakta olan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, latiftir, haberdar olandır. (Ahzab Suresi, 34)
Bu denli açık, ayan-beyan olan ayetler hakkında da fikir serdetmenin sizlere zul olacağı kanaatindeyim …

Haydi  o zaman bol düşünceli günlere.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder