İNSAN İLİŞKİLERİ-3…
YAKIN… YAKÎN…
Yakın, iki
nesne arasındaki mesafeyi ifade etmede kullandığımız bir kelimedir ve Türkçedir.
Uzak, kelimesinin karşıtı, zıddıdır…
Oysa
YAKÎN, Arapça bir kelime olup mesafe ve boşlukla ilgisi yoktur. Bir şeyi;
bilmenin, tanımanın, anlamanın seviyesini-dozunu ifade eder. Hatta mizahımıza dahi girmiştir. Yakın ve
yakîn kelimeleri…
Gencin,
bürokraside bir işi vardır. Ne yapsın? Ülkemizde yasama ve yürütme erkini
elinde bulunduran o kudretlû, saadetlû, hörmetlû milletvekiline gider derdini
anlatır.Kendisine yardımcı olmasını istirham eder. O da ne yapsın?
-Ne yapacak
Mirim gayet kolay. Hani parlamenter,
meclis armalı kartvizitini çıkartır ve arkasına “Hâmil-i kart Yakînimdir.”
Yazar ve ilgili bürokrata gönderir… Artık o gence referans olmuştur.
-Evet aynen
öyle. Milletvekili o bürokrata “Ben, bu kartı taşıyan arkadaşı tanıyorum, benim
aşina olduğum biri aman haaaa ona göre davranasın… İşini yap! Yapamıyorsan da
öyle kırıcı falan olma…” Demesine getirir…
Bizim gibi
demokrasisi yeni gelişen ülkelerde böyle şeyler olur. İnsanların değeri;
sistemle, kurallarla, mevzuatla ölçülmez de konumla ölçülür maalesef.
Referansın dozu “Yakînin” olursa farklı olur; hele hele bir de “yakını” olursa
işler daha da değişik olur…
-Mirim şu
YAKÎN konusunu biraz açsan.
-Tamam. Yakîn,
bilme anlama seviyesi dozu demiştik ya. Bu da üç kademedir. Birincisi: İLM EL-YAKÎN olarak anılır ki;
yazı-çizi ile bir şeyi anlama, bilmedir.
Sütle ilgili, bir yığın kitap okur incelersiniz. Bu konuda bildiğiniz
her şey kitabidir. Birinci kademede bir biliştir o.
İkinci
kademedeki biliş: AYN EL-YAKÎN adını
alır. Kitaben bildiğin şeyi; tadar, koklar, dokunur, sesini duyar, gözünle
görür incelersin; bu da ikinci kademe biliştir. Yani sütü içersin…
-Mirim yani
ilm el-yakînden üstündür.
-Evet.
Üçüncüsü de HAKK EL-YAKÎN… Bu da en üst düzeyde bir biliştir. Bir şeyin özünü
bilebilmek.
Peki biz bu
genel değerlendirmeyi neden yaptık?
Biz
Rasülüllah Efendimizin şahsiyetini ve peygamberliğini İlm el-Yakîn seviyesinde
biliyoruz. Yani kitaplardan yazı çizi olarak. Oysa onun sahabesi ve hele hele
eşleri bizden daha derin seviyelerde daha üst seviyelerde biliyorlardı. Zira
Efendimizle onlar iç içi yaşadılar. Beraber yemek yediler, savaştılar, beraber
oturup güldüler-ağladılar. Sevildiler, sevdiler, seviştiler. Bu denli vukufiyet; C. Hakk nazarında da
yetki ve sorumluluğun ikiye katlanmasına sebep oldu. Ve aşağıdaki şu ayeti Celilelerin nazil
olmasına inmesine sebep oldu:
“Ey peygamberin kadınları, sizden kim açık bir
çirkin-utanmazlıkta bulunursa, onun azabı iki kat olarak artırılır. Bu
da Allah'a göre pek kolaydır. (Ahzab
Suresi, 30)
Ama sizden kim Allah'a ve Resûlü’ne gönülden
-itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona ecrini iki kat veririz.
Ve Biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır. (Ahzab Suresi, 31)
Ey peygamberin kadınları, siz kadınlardan
herhangi biri (gibi) değilsiniz; eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle
söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü maruf bir
tarzda söyleyin. (Ahzab Suresi, 32)
Evlerinizde vakarla-oturun (evlerinizi
karargah edinin), ilk cahiliye (kadınları)nın süslerini açığa vurması gibi, siz
de süslerinizi açığa vurmayın; namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah'a ve
elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve
çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister. (Ahzab Suresi, 33)
Evlerinizde okunmakta olan Allah'ın ayetlerini
ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, latiftir, haberdar olandır. (Ahzab Suresi, 34)
Bu denli açık, ayan-beyan
olan ayetler hakkında da fikir serdetmenin sizlere zul olacağı kanaatindeyim …
Haydi o zaman bol
düşünceli günlere.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder