ARİF NİHAT ASYA…
O bir edebiyatçı değil, edip’ti… Edebiyat
için: aklın, ruha hizmetidir, dersek yanılmış olmayız. onun da aklı ruhuna
hizmet etti. 5 ocak vefat günü… daha
doğrusu artık kalplerde yaşamaya başlama günü. rahmetle anarım…
bu düz yazısı da aynı duyguyla içimizi
burkmaya devam ediyor.
CAHİDE'NİN ELİ…
ARIF NIHAT ASYA
«Bingöl'ün Hepsor köyünde
geceleyin bir evden, sussun diye dışarıya attıkları
beş yaşındaki Cahide'yi
almaya gidince bulamadılar. Sabaha kadar aradılar..
Sabahleyin uzaklarda bir el
bulundu.» G a z e t e l e r
Sokaklarında kurtlar gezen
köy...
Karanlıklarında neon ışıkları
değil, kurt gözleri parlayan gece ve kurtlar sofrasında tadımlık bir çocuk: beş
yaşındaki Cahide... Böyle bir sofradan artakalan minimini bir el; Cahide'nin
eli.
Nerdeyiz: yaban ormanlarında mı.
«burda insan eti kokuyor» sesiyle ürperdiğimiz dev masallarında mı. Roma
sirklerinde mi?
Ağlamak kâr etmez: dövünmek,
yolunmak kâr etmez.
Yazık ki şu memlekette
kurtlara can vergisi verilmeden yaşanmayan yerler var!
Bu sefer kura Cahide'ye
düştüyse kabahat kimin? Adı "Cahide» diye Ayşe'nin, Fatma'nın,
Zeyneb'inkinden ayrı bir kaderi olacak değil ya...
Yakınlarda yola çıkan
biz, ancak, yarı yoldayız. Erken çıksaydık ve ayağımıza çelme takılmasaydı
birkaç adım daha ilerleyebilecektik.
Hepsor'a vaktinde varsak bu
böyle olmazdı... Gelmemizi beklemeliydin Cahide!
Seni canavarların ağzına
uzatanlar, sensizliğin ne demek olduğunu henüz bilmiyorlardı... Bunu şimdi
anladılar, Cahide...
Sen de şu dünyada izinle
ağlanıp emirle susulduğunu bilmiyordun!
Eldivenini unutur
gibi elini unutmuşsun, sakladık... Gel, al da öyle git Cahide!... Ama
lüzumu kalmadıktan sonra eli ne yapacaksın!
Yalnız kuzuların değil,
kızların da kurtlar için büyütüldüğü köylerimiz var... İftihar edebiliriz.
Eskiler Nil'e kurban
atarlarmış.. biz yirminci asırda kurtlara kurban atıyoruz... Giden sen
değilsin; gönderen biziz Cahide!
Beş baharın birikmiş
tadı, kokusu, tazeliğiydin ve kurtlar için değildin... Ama kurtlara gittin.
Gördüğümüz allar, duvağının alı değil. Cahide!
Kim bilir, ne derdin
vardı... belki bir damlacık ilâç, bir güler yüz. küçücük bir oyuncak, tatlı
bir masal seni susturmaya yeterdi. Bunları getiremediğim için senden utanıyorum
Cahide!
Seni kurtlar değil,
bilgisizlik, görgüsüzlük yedi, ona yanarım!
Naraların, yaygaraların,
tehditlerin iniltilerle feryatları, şikâyetlerle çığlıkları boğduğu bir
dünyanın çocuğusun. Senin ağlaman mı bize çok geldi?
Gürültüler içinde
ağlayanlar korosuna katılmış bir çocuk sesinin, kimse farkında olmazdı,
eksildiğinin, farkında olmadığı gibi!
Gittin ve elini
gecelerimizin kâbusu olsun diye bıraktın, bize bu ceza azdır Cahide!
Şunun şurasında nelere
tahammül ettik de bir çocuk ağlamasına tahammül edemedik...
Seni sokağa atan baban
değildir, biziz, Cahide... Sana kurtlar kıymadı, biz kıydık
yavrum!
Ne manalı tesadüftür: acı
haberinin memlekete yayılması. Milli Eğitim Şûrası'nın nutuklarla
açıldığı güne rastladı.
Boşlukta veda
işareti halinde sallanan elini ya gördüler, ya görmediler, görenler kim bilir
ne sandı!
Vaktiyle bu elin de bir
sahibi vardı ve adı Cahide'ydi.. muhitini bulursa büyüyecek, okuyacak,
gelişecekti... Anasının Cahide'siyken yavuklusunun Cahide'si olacaktı.
«Cahidem!» diye seslenildiğini
duyduğu zaman, dudaklarında gönlü cevap verecekti.
Evet, büyüyecektin,
serpilecektin, taranıp süslenecek, giyinip kuşanacaktın. Telin olacaktı,
duvağın olacaktı, saadetin olacaktı.
Bilgiyi, görgüyü senin evine
kadar götüremedim kızım. Bilgisizlikten, karanlıktan, kurttan korktum, köyüne
«Mahrumiyet Bölgesi» diye ad taktım, gitmeye nazlandım, gitmemek için
bahaneler buldum, senden kaçtım... Beni affet Cahide!
Gönderenler de, benim kaderimi
seninkiyle birleştirirlerken kendi kaderlerini bizden ayırıyorlardı.
Sen tek örnek değilsin.
Ağlamanın cezası
kurtlara atılmak olan bir memlekette öğretmenliğimden utanç duyup ellerimi
yüzüme kapadım.
Bana istersen, kurt
gözlerinden, kin olup bak... Fakat böyle bedbaht çocukların bakışıyla acı acı,
acıklı acıklı bakma Cahide!
Eskiler, keyifleri için,
esirleri, köleleri, suçluları günlerce aç bırakılmış yırtıcıların önüne
atarlar, seyrine bakarlardı.
Ardında saadetinden utanç
duyanlar bıraktın.
Körpeliğinin, yumuşaklığının,
sıcaklığının tadını hayatının en güzel akşamlarına saklayacaktın... Kurtlar
yağmaladı.
Kurtların kazancı bir
kahvaltılık çocuk, bizim kaybımız?... Onu sorma!
Seni sussun diye kapıya attık
ve dediğimiz oldu! İşte sustun...
Biz de seni kurtlara atıp
akıbetinin seyircisi kaldık, onlardan ne farkımız var Cahide?.. Suçun doğmuş
olmaktı.
Arkandaki beş baharı
derleyip toplayıp götürdüm, bize bir el kaldı... Köyünde sahibini ilelebet
arayacak bu el, şahadet parmağıyla bir yeri mi, bir şeyi mi. bir kimseyi mi
gösteriyor? Yoksa gösterdiği ben miyim?
Masalların Kesikbaş'ı
yerine Cahide'nin kesik eli!...
Senin minimini elinden
yediğim tokadın acısını yüzümde kıyamete kadar duyacağım.
Bu küçücük eli koynumda
ısıtır, öpe koklaya sana yalvarırım: babanı affet, suç onun değil...
Bingöl'ün Hepsor köyünde
bir babayla bir ana birbirlerinin yüzüne bakamayarak ağlaşırken buralarda elin
bizim rüyalarımıza girecek, gelip ihmalimizin boğazına sarılacak korkusuyla
Susuzuz.
Şayet bizden merhamet,
şefkat, alâka bekliyorsan avucun daha çok zaman açık kalacak Cahide.
Güneşin girmediği yere
hastalık girermiş... Bu da bir şey mi? Medeniyetin girmediği yere kurtlar
giriyorDuvarların arkasına kapansam da, kulaklarımı tıkasam da. Ömrümce, katıla
katıla ağlayan bir çocuk sesi duyacağım.
Perdelerimi indirsem de,
gözlerimi yumsam da kâh kurtların ağzında bir çocuk, kâh bileğinden kanlar
sızan sahipsiz bir el göreceğim Cahide.
Dertlerini bilemedim...
seni ısıtamadım... acını dindiremedim, kurtlara gittin, kurtların ağzından
alamadım.
Çocukları dertlerin
ağlattığı, kurtların susturduğu bir yerde biz Cahide'yle değil, pedagoji
nazariyeleri yapmakla, pedagoji kitapları yazmakla meşgulüz... Elin bizi
tebrik etsin!
Elini varlığından bir parça
olarak armağan bıraktın... Bize o da çok Cahide... sana da, hediyene de lâyık
değiliz yavrum.
Ağladığımıza bakma ki biz
böyleyiz: Bir yandan kurt olur, Cahide'yi kaparız, bir yandan Cahide oluruz,
kurtlar yer bizi...
11 Şubat 1962
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder