İNSAN İLİŞKİLERİ-4…
MİSAFİRLİK… ZİYARET…
Misafirlik,
bizdeki anlamı ile İslam’daki anlamı farklı olan bir kavramdır… İslam, sefer ve
misafirlik olayına farklı sorumluluk, imkanlar ve fırsatlar yükler. Oruçların ertelenmesi, namazların farzlarının
sadece ikişer rekat olarak kılınması serbestisinin yanı sıra; zengin-fakir
ayırmaksızın yolda kalmışsa zekat gibi karşılıksız bir yardıma müstahak
olunması İslam’ın sefer-misafir ve yolcu olayına bakış açısını ortaya koyar…
Biz
Türk milleti olarak; İslam’ın, bu misafirlik kavramını, ev ziyareti ile
eşitlemiş bir toplumuz… Normal, sıradan ev ziyaretlerini dahi misafir hükmüne
sokarız ve ona göre değer yükleriz.
Osmanlı dönemi;
kapılarda, iki tane şak şak, kapı tokmağından dem vururlar. Biri irice, long
long, şak şak diye pes perdeden ses çıkarır. Kapıya gelen
ziyaretçinin-misafirin erkek olduğunun simgesidir. Avlu içindeki hanaydan, dış
kapıya gelene kadar evin sahibi ona göre tedbirini alır ve kapıyı evin erkeği
açar…
Şayet kapı
tokmağından küçük olandan zarifçe, ürkekçe “şık şık şık deyû” ses duyarsanız; o
zaman da ziyaretçinin hanım olduğu anlaşılır ki; evin erkeği kapı açmaya
çıkmaz, evin sahibesinin işidir artık o andan itibaren.
Tabi şimdi ne
var; elektronik ding donglar, kanarya kuş sesleri, en kabacası da zil… Aletler
değişiyor emeller aynı : Evinize bir ziyaretçi geliyor; izniniz var mı?
Kapı çalar;
her ev sahibinde bir telaş: Acaba kim geldi?.. Kimi çözdüklerinde neden
geldi? Kim ve neden?
Genelde orta
çizgide olan insanlar misafirlik-ziyaret yapmazlar. Ya çizgi üzerinde
sağlıklısınız; avunacak yer ararsınız ve dahi kendinizi avutacak bir yer. Hem sağlıklı hem de varlıklı iseniz tatil
yerlerine sıvışıverirsiniz de konu komşu, eş-dost, akraba, hını hısım
tatilinizi sonradan öğrenir… El hasılı şu ki; sağlıklı ile varlıklının
paylaşacağı şey kendi mutluluğudur seninle o ziyarette…
Çizgi altında
olanlar ise; ya bir kederini-hüznünü, ya da bir problemini paylaşmaya gelir
seninle. Göz nuru gönül süruru evladı, diken olmuştur; onun derdini konuşmaya
gelir.
Ne sebeple
olursa olsun misafir ve ziyaretçi senin çemberini daraltır. Sıkıntıları
çözebilme erkin var; versen bir türlü vermesen bir türlü… Erkin yok,
kahrolursun onunla birlikte; “Ah keşke
C. Hakk bana da fırsatlar verse de sana yardım etseydim,” Der, artık kendini
mi, karşındakini mi, ya da Rabbi’ni mi kandırmaya çalışırsın bilemem?..
İşte
ziyaretler, bu meyanda gerçekleşir.
Şimdi
telefonlar var; randevu imkanı kolay… Medeniyet ve teknolojinin olmadığı veya
sana ermediği dönemleri düşün; ziyaret nasıl yapılırdı? Ya bir çoluk çocuk
gönderirdin:
-Şayet
uygunsanız annem-babamlar, bizimkiler size ziyarete gelecekler, der randevu
alınırdı ya da…
-Ya da ne
olacak Mirim çat kapı gidersin…
-İşte incelik
burada başlıyor. Kahya Efendi ben sana
önce bir ayeti kerime sunayım sen bir oku. K.Kerim’in sadece namaz-abdestten,
Cennet Cehennemden ibaret olmadığını bir gör sonra sohbete devam edelim.
“Ey iman edenler, evlerinizden
başka evlere, yakınlık kurup (izin almadan) ve (ev halkına) selam vermeden
girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.” (Nur Suresi, 27)
“Eğer orada kimseyi
bulamazsanız, size izin verilinceye kadar artık oraya girmeyin; ve eğer
"Dönün" denirse, siz de dönün, bu sizin için daha temizdir. Allah
yaptıklarınızı bilendir.” (Nur Suresi,
28)
“İçinde oturulmayan ve sizin
için bir meta (yarar) bulunan evlere girmenizde bir sakınca yoktur. Allah,
açığa vurduklarınızı da, sakladıklarınızı da bilir.” (Nur Suresi, 29)
-Mirim ayet gayet açık. Bir
arkadaşını ziyarete git. Evdekiler kapıyı sana açmasınlar; veya üstelik bir de
kabaca sana “geri dönün” desinler. İnan ki; ben o eve bir daha adımımı atmam.
Sen olsan atarmısın?
-İyi ama İslam’da özel hukuk,
kişi hukuku diğerinden önce gelir. Belki ailenin durumu iyi değil; sana ikram
edecek bir şeyi yok. Evi müsait değil. Her şey tamam belki o gün keyfi yerinde
değil. Seninle hoş beş edecek durumu
yok.
-Peki Mirim K.Kerim’de böyle bir
ayetin ne işi olur?..
-C.Hakk K.
Kerim’de insanoğlundan kaynaklanacak ne kadar potansiyel problem varsa onları
kökeninden daha ortaya çıkmadan çözüm üretir.
Yani suçların oluşmasından sonra ceza yerine; insanı, suça vebale günaha
götüren şeyleri, eğiterek çözer. Herkesin hak ve hukukunu baştan tayin eder de
insanoğlu çizgisini ona göre belirler.
Hem ayrıca sen
haklısın; ben de bir eve ziyarete varıp da kapı açılmazsa, -burukmayı bırak-
asla o eve bir daha adım atmam. Kime sordumsa aynı cevabı almışımdır. Asıl
mesele burada başlıyor: Demek ki ben- biz, daha Kur’an ahlakıyla
ahlaklanamadık…
-Mirim
sahipsiz evler durumu nasıl olacak?
-Kahya Efendi
asıl mülk Allah’ın. Tarla bahçe, ev saray köşk her neyse; bunlar bizim ömrümüzü
aşan şeylerdir. Toplumlar göç eder; gayr-i menkul dediğimiz şeyler sürekli el
değiştirir. Balkanlardan sürekli
soydaşlarımız göç ediyorlar. Onların gayri menkulleri ne oluyor? Balkan Devletlerine kalmıyor mu? Kaotik dönemde bizden gidenlerin; Ermeni,
Rum, Yahudi evleri ne oldu? Milli Emlak Müdürlüğüne kalmadı mı? Onları da su
parasına satıp veya dağıtıp geçtiler. Suriye’den kaçıp gelenler yurtlarına
dönemezlerse ne olacağını sanıyorsun?..
-Tamam Mirim
şimdi anladım. Olaya bütün bakarsak netice şu demek ki, seni sevmeyen
ziyaretine gelmiyor; ancak, sen sevmediğin birini misafir etmek zorunda
kalabiliyorsun…
-Evet aynen
öyle… K.Kerim’e dayalı Müslümanlık bence muamelatta; yoksa ibadetlerle-haramlar
konusu her gönüle yatıyor da muamelatı içine sindirmek biraz zor… Asıl iman
göstergesi o muamelat konuları…