KALB VE BEYİN…
Mübarek Ramazan’a çeyrek kala son sabah kahvaltıları… Eski zamanları kıyaslarsan imkanlar bol,
fırsatlar gani, yok yok. Ama şekerden, kolestrolden şundan bundan dolayı korkarak yersiniz.
-Mirim korkarak yeme “yiyormuş gibi yap” da karşındakinin
keyfini kaçırma. Hele şu ikramlara mız mız edenler yok mu? Öldürür beni. O
yağlı, bu tuzlu, bu unlu ya da ben bunu sevmem, demeye başladı mı işin zor
demektir.
-Haklısın ben de öyle yapıyorum işte. Biraz da laf
kalabalığı ile vakti dolduruyoruz. Laf lafı açtı diye; bizim ufaklığın elinde
çağımızın kaçınılmazı çikolata var. Açmış yarısını bölmüş homur homur yerken,
diğer yarısını da –hani klasiktir ya-: “Getir ben yiyeyim” deyip elini hafifçe
tutunca hemen başını uzatıp çikolatayı yiyiverdi.
Sabah sofrasında konu olunca alışılmış anne baba desteği hemen devreye girdi.
-Aman babası alınma o daha küçük. Hem daha onun üst beyni gelişmedi. Paylaşmayı
bilmiyor. Bak etrafına senin gibi kaç kişi kaldı…
Gerçi hoş üst beynin
gelişmesinin yaşla doğrudan alakası yok; nice yaşlara ulaşmış öyle kişiler
tanırız ki üst beyin gelişmesini hala tamam edememişlerdir, derken…
-
“Kalbi eğitmeden aklı eğitmek eğitim değildir.
Vicdan olmadan bilgi sahibi olmak tehlikelidir.” Aristo’nun sözü ile devam etti
yemek sohbeti.
-
Evet haklı idi; biz maalesef bu seküler eğitimle
beyinleri eğittiğimizi ve doyurduğumuzu zannettik… Ahlak, vicdan ve sorumluluktan
ari bir bilginin, bilgeliğe erişemeyeceğini, böyle insanlardan oluşan toplumların
da medeniyet kuramayacaklarını biraz geç anladık sanırım.
CUMALARINIZ HAYROLSUN…
Biran hasetlenmişsin gibi geldi bana Destan Basri'ye...
YanıtlaSilMutluluğunuz daim olsun inşaallah....
Abim duaların cümlemiz için inşallah.
YanıtlaSil