31 Mayıs 2018 Perşembe

KADER VE KAZA…


KADER VE KAZA…
Kader, iman esaslarından biri. İmanla alakalı olduğu için de akıldan ziyade kalbi ilgilendirir… Akıl, ispatla kendisini tatmin ederken; kalp,  ikna ile mutmain olur…
Akli bilgiler; denenebilir, laboratuara girer, kayda girer, görür-gözlersin ama kalbi bilgiler, dünyevi şartlarda somut veriler gibi çıktı alamazsınız. Kalbi bilgilerin doğruluğu, ahiret alemi dediğimiz diğer alemde belli olacaktır. 
-Mirim, kader konusunu sen o zaman kestirdin attın. Ahirete bıraktın. Bu dünyada kader ve kaza konusunun hiç mi emaresi yok?..
-Kahya Efendi acele ettin. Bak kader ve kaza konusunu anlamak istiyorsan projeksiyonu yukarı alacaksın.Daha geniş açıdan bakacaksın.
Önce KIYAM Bİ NEFSİHİ… Bu tabir, C. Hakk’ın zatına özgü özelliklerinden.  Kendi kendisine var olmak demektir. Yani Allah’ın var olması için başka bir güce ihtiyaç yoktur. O “vacibül vücut’tur.” Varlığı zorunlu olandır. Onun dışındaki mükevvenat, mevcudat yani Allah’ın dışındaki tüm varlıklar O’nun tarafından var edilmiş şeylerdir... İşte o varlık aleminin; yaratılış bilgisi, sıralaması oluşumu, sürdürülmesi programına biz kader diyoruz.
Varlık aleminde insan, sahildeki kum taneleri gibidir; şu dünya nizamının yanında… Onun için insanoğlu da kader programının bir parçasıdır.
Zaman ve mekan madem sonradan yaratıldı; bu otomasyon sistem çalışmaya başladığı andan itibaren an be an,  kevn-ü fesat sistemi ile çalışmaktadır. Kevn, oluşum; fesat, bozulma… Yani bir an bozulma diğer an yeni oluşum. An be an böyle devam edegelmekte. Biz bu olaya “KAZA” yerine gelme programın işlemesi diyoruz. Peki nereye kadar? Bu çark durana kadar.Peki ne zaman duracak? Çalar saatin süresi bitene dek ki, bunun adına ecel diyoruz… “ECEL” sürenin bitmesi demek. Her varlığın bir eceli vardır ve mutlaka sona erecektir.
Şimdi gelelim bizi ilgilendiren kader ve kaza olayına. İmani bilgiler ispat edilemez demiştik ya: Sadece izah edilmeye, örnekleme yapılmaya müsaittir.  Biz insanoğlu davranışlarını seçebilen bir varlıktır ki insan olma özelliğimizin başında gelir İRADE murat etme özelliği seçme özelliği. Bilgi/İlim ve Tekvin/oluşum özelliği birleşince kader programının bir adımı gerçekleşmiş oluyor. Gerçekleşmeyen kısmı çöp oluyor. Yok hükmünde…
İzah edersek elimizde bir iğne var masamızda da 20/30 kadar kalınlı inceli iplikler. Renk renk hiç biri diğerinin aynısı değil. Biz bu ipliklerden birisini mesela kırmızı olanını alıp iğnemize geçiriyoruz. O kırmızı ipin geçmesi “KAZA “ olarak ad alıyor. Diğerlerinden sorumlu olmuyoruz zira diğerleri hükümsüz oldu. O halde temellendirelim; bilgimizle kullanacağımız ipi tespit ettik.   Tespit ettiğimiz ipi “kesin bir istekle irade ile tercih ettik.” Elimize alıp o delikten o ipi geçirdik “TEKVİN” yani mümkün kıldık oluşturduk… Demek ki en basit bir eylem de dahi kolektif  bir yapı var… Hele bir de başkalarını başka alemleri ilgilendiriyorsa daha grift bir sarmalın içerisinde döngü içinde döngü haline geliyor. O zaman kısaca şunu diyebiliriz: “Kader çoğul, kaza ise tek’tir…”  
Ben davranışları hayır şer olarak da sınıflamadım dikkat edilirse. Bütün davranışlar adeta şununla izah ediliyor: “Asya’nın ortasında bir kelebek kanat çırpsa Hint Okyanusunda fırtınaya dönüyor, derler.” Dünyadaki hiçbir davranış tekil değil yani.Bir şeyle ilintili…
Geçenlerde Sultanbeyli GÖLET tesislerinde -bizim ufaklık- çelik büyükçe kaydıraktan kayıyor. Baktık bir kalabalık. 60 yaşlarında hemen hemen 90 kiloluk bir teyze -onda da kaydırak merakı olmuş-; sen kay,  sonra bir ayağının üzerine yığıl…  Sağ ayak  ortopedik sıkıntıya düşmüş. 112 Ambulans geldi EMSEY Hospitala kaldırıldı. Bir keyf amacı ıstıraba dönüştü. Bir ıstırap; bilgi, emekle sermayeye hizmet etti. Onun için hiçbir eylem tekil değil.
-Mirim insan iradesi sınırsız mı?
-   İnsan iradesi  hayalle düşünürsek sınırsız gibi görülür ama sınırlıdır: Yani mutlak özgürlük sadece C. Hakka aittir. İnsan özgürlüğü sınırlıdır. Tabiri caizse akvaryum gibidir. Herkesin akvaryumu kapasitesi eşit değildir. O hacimde ne kadar balık yaşar hangi balıkları koyabilirsin bunun gibi kısıtlar vardır. Ancak fonksiyonları değiştirip artırıp eksilterek farklı sonuçlara ulaşmak olasıdır. Mesela: 5 sayısının ikinci kuvveti 25 yaparken iki sayısının beşinci kuvveti ile 32 sayısını elde etmek mümkündür.
-Mirim yani tabanlar Allah’ın bize verdiği fırsatlar. Üsler ise bizim çalışıp çabalayıp gerçekleştirebildiğimiz  eylemler.
-Evet onun için de iki türlü kader programı var… Bir: Allah’ın sınırladığı alanlar.Bu alanlar ve hadler değişmiyor. İki: Bize bıraktığı alanlar. Bu bizim çabamıza bağlı. Pergelin sivri ucu C. Hakka ait. Merkezi o belirliyor. Diğer ayağının ne kadar açılıp neleri çizeceğimiz ve dairemizin genişliği biraz da bize bağlı… Onun için C. Hakk kader programında insan faktörünü yok saymıyor. Sadece insana özgü tabi. Eh bu yazı ancak bu kadar kısaltıla biliyor.  İzah edebildikse ne mutlu edemedikse de acizliğime verin… Haydi bir beyitle işi bağlayalım: Bal Mahmut’tan, Mahmut Baler’den: “
“Anladım beyhude imiş bir işte fazlaca tedbir eylemek/ Bir kişinin kârı değildir takdiri tebdil eylemek.” Adnan Menderes’i idamından evvel hapishanede ziyareti esnasında söylenmiş/yazılmıştır bir günlük gazetenin kenarına…       

27 Mayıs 2018 Pazar

HAYAT KİTABI...


HAYAT KİTABI…
K.Kerim, bazı davranışları emrederken, bazılarına da işaret eder. Emrettikleri, bizlere mutlak gerekenler olduğu kadar, işaret ettikleri de zaten kendisini ihtiyaç olarak hissettirir.
-Mirim C. Hakk bu işaret ettiklerini emretmeye gerek görmemiş demek ki…
-Evet. Zaten hayat seni o noktalara zorlar. Ben anladığımı zannederdim ama demek ki anlamamışım. Arada bir eşimiz dostumuzun başına gelen-ayrıca benim ders almadığım- bir olay başıma geldi. Telefon kilitlendi… Tabi format atıldı; tüm hafıza nanay… Rehber gitti, mesajlaştıklarımız haberleştiklerimiz hepsi gitti… Oysa ki benim değer verdiklerimle bana değer verenler vardı o küçücük aletimizde.
Bu bana iki şey hatırlattı:
Bir: Kalem Suresi… C. Hakk bu sureye hem bir simge hem de yeminle başlar: “1- Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun.” Bize şunu işaret etmekte: “Yazı çizi işlerini ihmal etmeyin. Telefon digital hafızaları kullanın ama yine de tedbirsizlik etmeyin ve başka bir yerlere de yazın.”
-Mirim Allah aşkına  dünya digital  hafızaya geçti sen hala kalemden kağıttan bahsediyorsun.
-Kahya Efendi sen beni yanlış anlıyorsun ve parametreye takılısın.  Ben, telefon kayıtlarımı ya bir yerde kalem kağıtla tutmalı idim ya da başka bir yerde bu hafızayı bulundurmalı idim. K.Kerim bunu demeye getiriyor. Ama yine de işin en kalıcısı kalem kağıt doğal veri. Dünya digital bir şok yaşarsa ne olacağı hala belli değil. Bu bir.
-Gelelim ikincisine.
Hepimizin sık sık okuyup referans tuttuğumuz ayet el-KÜRSİ…  Bakara:255- Allah… O’ndan başka İlah yoktur. Diridir, Kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür.
Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar.İşin nüktesi burada: Biz bilgiyi gerek üretirken, gerek depoladığımız bilgiye ulaşırken Allah’ın izni olmadan gerçekleştirme şansımız yoktur. Arada bir bu şekilde yokluklarla C. Hakk bize şunu işaret eder: Var ve sahip olduklarınıza pek de güvenmeyin… Ben, istersem o sahip olduklarınız elinizden alıveririm; sonra dikilir kalırsınız. Kalıcı bir şeylere yatırım yapın ve güvenin…
-İşte benim telefon olayı bunları düşündürdü; yoksa o verilere ulaşmak biraz zaman alsa da, ben arzuladıklarıma ulaşırım, beni arzulayanlar da bana ulaşır o kadar basit işte…  

26 Mayıs 2018 Cumartesi

İSRAİL DEVLETİNE DOĞRU…


İSRAİL DEVLETİNE DOĞRU…
İsrail, adı dahi bir din devleti olduğunun kanıtıdır. Devlet adamlarının   bakanlar kurulu toplantılarında “kippa” giymeleri işin doruk tarafıdır ve kanunlar çıkarılıp uygulanırken Yahudi şeraiti dini verilere dikkat ederler. Bu devlet adını Kur’ani bir tabirden alır. Hz. Yakup (a.s)ın  K.Kerim’deki lakabıdır İSRAİL ve “Gece seyahat eden kişi” demektir.
İSRAİL bileşik bir kelimedir… İSRA: Gece seyahat eden kişi, İL: İlah… İsim tamlaması olarak da : Allah’ın gece seyahat eden kulu demektir.  
-Mirim günümüzde de karanlıklardan yararlanarak  İsrailliler her türlü işlerini yürütmekte. Peki 1948’de kurulan bu devlet tabanı olan Semitik Yahudiler bu bölgeye nasıl yerleştiler?..
-Kahya Efendi,  basit bir izahla Osmanlının son döneminde İzmir’in nüfusu 100 bini aşkın idi ve Müslüman Türk nüfusu on bin civarı idi ve diğer kesim Gayri Müslimler Rum Ermeni Yahudilerden oluşuyordu… Yahudiler Osmanlı’da da nüfusları az dahi olsa nüfuzları fazlaca etnik gruplardan birisi idi…  
Dünyanın sekizinci harikası sayılan sinema görsel  medya sektörü çok etkin bir konuma sahiptir. Her film bir belgeseldir adeta.  Psikolojiyi sosyolojiyi izah ederken aynı zamanda tarihi olayları yeniden yaşayıp irdelemeyi sağlar.
Western dediğimiz ABD filmlerine dikkat ediniz. Ekserisi 1850’lerden sonrasını anlatır. Psikolojik tavırları bir yana en büyük özelliği “ MÜLKİYET KONUSUNU “işlemesidir. Toprakların özel mülkiyete geçirilmesi dünyaya ABD vasıtasıyla geçirilmiştir.  ABD’nin topraklarını özel mülkiyete açması kalkınmak içindir; bizim gibi kadim devletlerin de topraklarını özel mülkiyete açması “GEÇİNMEK” içindir. Zira devletin hazine kaynakları ihtiyaçları karşılamamaktadır.
-Mirim Osmanlıyı eleştirmene gerek yok; günümüzde de aynı… 2B arazilerini devlet satışa çıkarmıyor mu? Anla artık…
-Osmanlı’da arazi devletindir. Kişiler sadece kendisine tahsis edilen araziyi eker biçer devlete vermesi gerekeni de verir. Oturduğu evin arsası da tahsistir. Tahsisli kişi ölürse oğula tahsisi edilir  veya tahsis sahibi el değiştirir.
Ta ki Sultan Abdülmecit’in Tanzimat Fermanı (1839) ile  başlayan özel mülkiyet yetkisi ile Osmanlı toprak düzeni  özel mülkiyet olayı ile dağılmaya başlamıştır.  Peşi sıra gelen halef padişahlar  Yahudilere toprak satılması konusuna sıcak bakmamışlar ve Yahudiler Orta Doğu’da arazi alamamışlar…
En nihayet Müslüman tebaya arazi tahsisleri Birinci Dünya Savaşı sonu hakim devletlerce özel mülkiyet olarak tapulanınca ortaya şu çıktı: “Kendi mülkü sayılan araziyi isteyen istediğine satmaya başladı ve Orta Doğu arazileri bol paralı Yahudilerin eline geçti.”
-Mirim şimdi anladık: Devlet gücünü kaybeden toplumlar rezil kepaze olmaya hazır olmalılar…
-Ya da dedelerin günahını torunlar ödermiş. Kararlarımıza dikkat etmek gerekiyor demek ki…

DOĞRULAR… YANLIŞLAR…


DOĞRULAR… YANLIŞLAR…
Bir gerçeğin, doğruluğu yanlışlığı; baktığın yere ve zamana göre değişir. Doğru yaptığını zannedersin ama yanlış netice verebilir. Tarihi, şöyle bir yoklarsak yüzlerce örnek buluruz. Buluruz da elinizden yapacak bir şey gelmez. Keşke; der, başlarız söze… Şöyle olsaydı da böyle olsaydı falan…  İşte bunlara bir iki örnek verelim.
-Mirim aman bakalım yine kimsenin kuyruğuna basma.  Bazen yitik virane cennette oturmaları yanında insanları tatlı hülyalarından uyandırmak onları rahatsız ediyor.
-Telaşe yok.
Kanuni zamanında “1530-1570’li yıllar”; Avrupa’da Martin Luther’in, parladığı zamanlara denk gelir. Roma Katolik Dünyasına başkaldırı olan Protestanlığı kuran kişi. Kanuni ekibi de onlara maddi-manevi destek sağlamış; Katoliklerin aleyhine… Adamlar, yeni kavram oluşturuyorlar; dinlerini, din adamlarını, öz eleştiriye tabi tutuyorlar ve yeni bir düzen kuruyorlar, sen onları destekliyorsun…
Birisi bu…
2. Abdülhamit  diplomasi ve zekice atraksiyonlarla 30 küsur sene bu işi itibarlıca götürdü… Devlet aslında  taaa 1774 lerde SOS vermeye başlamıştı. Padişah III. Mustafa’nın dörtlüğü gayet sarih ve vecizdir.
Yıkıluptur bu cihân sanma ki bizde düzele
Devleti, çarh-ı deni verdi kamu mübtezele
Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hazele
İşimiz kaldı heman merhamet-i lemyezele
-Mirim tarihlere bak 1776 ABD’nin kuramlı devlete geçiş dönemi… Hemen beş on sene sonra da Fransa İhtilali… 1789… Osmanlı 1914’e kadar yine de iyi idare etmiş. Abdülhamit’te ne gördün; doğru olup da yanlış netice veren?..
-Yahudiler, devlet kurmak için  GİRİT adasını hem de yüklü bir bedel karşılığı isterler. Bizim övüne övüne iftihar ettiğimiz bir cevabı vardır Abdülhamit’in: “Girit bize 100 bin şehide mal oldu. Yüz bin şehit kanı getirin Girit’i götürün.”  Yani savaşmadan alamazsınız…
-Mirim bunda ne var?..
-Evet doğrusunu yapmıştır ama 40/50 yıllık projeyi bırakın beş sene içerisinde Osmanlı darmadağın oldu. Eğer daha uzak vadeli proje mantığımız  olsaydı şunu görebilecektik. Girit, bedel karşılığı verilmeliydi… Orada bir İsrail devleti kurulsaydı bugün Orta Doğu-Filistin problemi yaşamayacaktık… Girit adasında dünyaya dalaşamayan izole bir İsrail Devleti kimseyi bu denli rahatsız etmezdi…
Bugün ABD’nin ve kısmen Avrupa’nın uzun vadeli projeleri uygulama sürecinde ortaya çıkacak sorunları görmek üzere kurgulandığı için daha doğru neticelere gitmekte…
-Aman Mirim Allah aşkına ABD’nin Arap Baharı projesi ile Orta Doğu’da ne zaman demokrasi ve özgürlük temin etti ki…
-Kahya Efendi o işin adı ve kılıfı idi. Hala anlamadın mı? ABD, Orta Doğu’ya Avrupa’nın enerjisini petrolünü kontrol için geldi. Hedefine de ulaştı… Demokrasi özgürlük kimin umurunda…

21 Mayıs 2018 Pazartesi

HÜKMÜ OYNAMAK… TOLERANS…


HÜKMÜ OYNAMAK… TOLERANS…
Yakın tarihte Gediz’den uzak tarihte taaa Kayseri’den bir abimizdir Mestan Günel Bey…  İslami değerlendirmelerimizdeki yaklaşımı/metodu eleştirmiş. Hem de çok veciz: “Sana katılıyorum. ya ipi incelte incelte koparıyorlar veya ipi o kadar kalınlaştırıyorlar ki ipin ağırlığı bağlanan şeyden daha fazla oluyor. ipin ucunu kaçırmak mı desek?
Bu değerlendirme bana bir şeyi çağrıştırdı; Maide Suresi ayet 6: “Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve topuklarınıza kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz boydan boya yıkanın. Eğer hasta yahut yolculukta olursanız veya sizden biri tuvalet ihtiyacını görmüş ya da kadınlara dokunmuş olup da su bulamazsanız temiz bir toprakla teyemmüm edin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Allah size bir zorluk çıkarmak istemiyor; ancak sizi temizlemek ve olur ki şükredersiniz diye üzerinize nimetini tamamlamak istiyor.)
Bu ayetin mealine nereye bakarsanız bakınız: Baş ve ayakları meshedin demesine rağmen bütün meallerde  başı meshedin ayakları yıkayın ifadesine rastlarsınız.
-Mirim hoppalaaa dememek elde değil.  Nereden bulursun bu zihin karışıklığına sebep olacak şeyleri?.. Bırak yahu rahvan rahvan gidiyoruz işte…
-Kahya Efendi; biz Kur’an hükümlerini oynamayı pek severiz.  Bak en naifi, en samimisi bu ayet. Yahu ayet hükmünü değiştirme ama sen ayakları meshetme de yıka. Ama “Meshedin!” ifadesini, hükmünü oynama… Onun orijinalitesini bozma; zira buna hakkın yok.  Yok efendim, Efendimiz(a.s) bunu böyle uygulamış da gibi kılıf üretmeler bizi kurtarmaz… Masum sayılacak bir hükmü oynamaya başlarsan diğerleri meşru gelmeye başlıyor…
 Gel miras hukukuna bak, izdivaç hak hukukuna bak, evlenme  boşanma yetkilerine bak, sıla-i rahim, sadaka zekat hukukuna bak, içki kumar zina anlayışlarına bak say say bitmez… Aldığımız kararlar çıkardığımız yasalar hep Kur’ani hükümleri oynamak özere kurguludur.
Hükmü oynadığın zaman tüm uygulamaların tolerans kelimesinin altına girer.
Tolerans; yapılması gereken bir davranışı alt ve üst eşiklerde başka bir davranışla karşılamaya çalışmak anlamına geliyor.
İşte mesele burada çözülüyor; bir hükmü oynadığın zaman onun yerine koyabileceğin davranışlar bazen eşyanın tabiatına uymayıveriyor.
Mestan Abimizin dediği gibi: Yük ağır ip ince kalıyor; ya da yük hafif halat kalın geliyor.
-Mirim kısa yorgan gibi: Ya başın ya da ayakların dışarıda kalıyor…

18 Mayıs 2018 Cuma

KESİNLİKLE KATILMIYORUM…


KESİNLİKLE KATILMIYORUM…
Yine birilerini kızdıracağım biliyorum ama kendi öfkem onların kızmasının önünde.
TRT 1. İyi Fikir Programında İstanbul İl Kültür Müdürü ile Araştırmacı-İlahiyatçı Fatih ÇITAK  misafir sanatçılar… Konu Hırka-i Şerif  ve peşi sıra KUDÜS DAVASI…
Fatih ÇITAK  ısrarla vurgulu bir biçimde “Maazallah Kudüs düşerse İstanbul düşer. İstanbul düşerse Balkanlar düşer.” Vurgusunu yapıyor.
Kahrolmamak elimde değil… Kudüs’ün düşmesi ile İstanbul’un düşmesini bu kadar ters mantıkla ilişkilendirmek…
Aslında bugün Kudüs’te yaşanan bu sıkıntılar İstanbul’un düşmesinden kaynaklanıyor. 1699’dan bu yana gerek Osmanlı gerek Yeni Türk Cumhuriyeti batıl zihniyetle olan bütün mücadelelerini hep kaybetmiştir. Karamsarsın demeyin…
Konu ne?   
Kudüs ve Filistin’de yaşananlar. Mescid-i Aksa…
İstanbul düştü  Kudüs öyle sıkıntıya girdi… Ayasofya kapandı Mescidi Aksa’da yaşanan sıkıntı da o… Kısacası şu: MALİKSİN SAHİBİSİN AMA HÜKÜMRANI DEĞİLSİN…
VAKTİ ŞERİFLERİNİZ HAYROLSUN CUMANIZ MÜBAREK OLSUN İNŞALLAH.

17 Mayıs 2018 Perşembe

AKIL ÜZERİNE…


AKIL ÜZERİNE…
Şu akıl için neler söylenmedi ki; söylenmeye de devam edecektir eminim.  C. Hak bile ayetlerinde “aklı” sorumlu tutmakta… Bu da değerini gösteriyor.
-Mirim aklın değerine sözümüz olamaz. Olsa olsa aklın kullanımına söz edebiliriz.
-Evet haklısın. Bak bir  kaç derleme yapıvereyim… İlki koca şairden:
“Kaf dağını assalar belki çeker de bir kıl./ Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl.”
İkincisi  hala hayata karşı direnen bir dostumuz arkadaşımızdan. İbrahim Bakır Bey’den.  Genel de edebiyatçılar, ediplerin hayatını öğretir. Metinlerin ıcığını cıcığını çıkaracak kadar tahlillerde bulunurlar halbuki müellifi bu kadar kafa yormamıştır eminim. Kendileri de ortaya bir şey koyma çabasında olmazlar. Felsefeciler de aynıdır ama edebiyatçılar gibi; ancak İbrahim Bey ortaya bir şeyler koymaya özen gösterir. Bu anekdot ondan ve aklın rolünü de çooook mükemmel ifade ediyor.
Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
- “Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?”
Doktor:
- “Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz” der.
Adam:
- “Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova kaşık ve fincandan büyük” der.
- “Hayır” der doktor ve ekler:
- “Normal bir insan küvetin tıpasını çeker. Akıl; sadece bize sunulanlar dışında çözüm bulmaktır.”
Üçüncüsü de İmam Cafer Sadık’tan. Malum İmam Cafer Sadık Hz. Hüseyin ahfadından olup neseben Efendimiz (a.s)a kadar uzanmakta Hz. Fatma (R.Anha) kanalı ile.
Bir gün İmam-ı Azam’a sorar:
-Aklın görevi nedir? İmam-ı Azam gayet emin bir tavırla: “Doğru ile eğriyi ayırmaktır.” İmam Cafer güler:
-O senin dediğini atlar da yapıyor. At, kendisine şeker verecek olanı da bilir kendisini dövecek olanı da.
İmam-ı Azam hafif mahcup olmuştur. “Peki nedir aklın görevi o zaman?..”
-“İki tane doğru yan yana geldiğinde en doğrusu hangisi ise onu bulmaktır. Zira bir şeyin doğru veya yanlış olduğunu akıl anlayamaz onu nakil tespit eder.
-Mirim İmam haklı… Akıl; şahadetin iyiliğini, faizin kötülüğünü, zekat ve sadakanın iyiliğini nasıl idrak eder ki?..

16 Mayıs 2018 Çarşamba

MODELİ SIFIRLAMAK…


MODELİ SIFIRLAMAK…
Spiker hanım soruyor:
-Efendim çocuklarımıza istediğimiz davranışları nasıl öğretmeliyiz?
Ülkemizin en popüler Prof.ları arasında -sanırım birinciliği alan- Prof. Dr. Canan Karatay Hanım cevaplıyor o mütebessim müstehzi olmayan tam bir ironik tavrı ile:
-Çocuklarınıza  davranış öğretemezsiniz… Onlar laftan sözden anlamazlar; onlar sadece sizin davranışlarınızı taklit ederler. O halde tek seçenek kalıyor. Çocuğunuza hangi davranışı kazandıracaksanız siz onu, onun gözünün önünde yapacaksınız…”
İşte tüm mesele burada düğümleniyor. Çocuklarınıza rol model olmak.
Peki bizim için rol model kim olacak? Cumhuriyet neslimize tercih ediliverilen seküler bilgiler mi, yoksa ilahi vahiyle desteklenmiş akli bilgiler mi? “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”in kapsamında nakli bilgiler de var mı?
Haydi bir soru daha soralım: “TBMM de sloganlaştırdığımız “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” Millet iradesinden daha üstün bir irade yoktur. Bu tür yargılarımız bizim bir şeyi sıfırlamamıza kapı açtı:  Kur’an destekli bir hayat kurgusunu ve onun rol modeli olan Efendimiz (a.s)ı…
Halbuki Efendimiz Yesrib’i Medine’ye çevirirken:
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyerek toplumu birbirine mes’ul kıldı.
“Müslüman odur ki; bir başka müslümanın, elinden ve dilinden emin olduğu kişidir.” Diyerek güvenli bir toplum kılabildi.
“Yol üzerinde  insanlara zarar verecek şeyleri kaldırmak, iman göstergesidir.” Diyerek çevre- insan münasebetini en güzel zemine oturtmuştu.  
-Mirim anladım; bütün hadisleri sıralaman el vermez. Biz rol modeli sıfırlayınca modelsiz kaldık da; toplum bu hale düştü… Geçen gün Tüketiciler Dernek Başkanı  programını izleyince aman Allah’ım gıda konusunda yapılan oyunları bir bir sıralayınca  insanlığımdan utandım, bir kez daha anladım ki; rol modeli kaybedince insan aklının insafına kalınıyor… İşte o zaman da konu bundan ileriye gidemiyor.
-Kahya Efendi Canan Hanım haklı mı imiş?
-Vallahi bence sonuna kadar haklı… Çocuklarınıza rol model olun… Ancak o zaman davranış kazandırabilirsiniz… Diyanetin onca vaizle vatandaşına cemaatine o denli dil dökmesi işte bunun için işe yaramıyor. Zira din görevlilerimiz rol model oluşturamıyor. Mirim haksızsam söyle?
-Haklısın.   

13 Mayıs 2018 Pazar

KEDİYE ZİL TAKMAK…


KEDİYE ZİL TAKMAK…
Natüralistler sorunların yapay olduğunu insan eliyle üretildiğini çözümün de doğada olduğunu iddia ederler. Şayet ön yargısız bakarsanız doğru gibi gözükür; katılırsınız katılmazsınız o sizin bileceğiniz iş.  Bir sorun görürseniz çözümünü hayatın akışında tüm alemi inceleyerek bulabiliriz demektir…
Haydi gelin biraz gülelim.
Bir gün ev sahibi cevval mi cevval genç mi genç bir kedi alıp getirir eve. Kedi evde kovalamadık fare bırakmaz. Fareler alışmış oldukları hayat bozulunca çözüm aramaya başlarlar. Toplanıp beyin fırtınası yaparlar. Çözüm önerileri serdedilir.
·         Kediye rüşvet verelim. Peki ne kadar olacak rüşvet ve ne kadar sürecek? Değerlendirme: Olumsuz.
·         Her birimiz karate öğrenelim. Peki herkes aynı sabır ve yeteneği gösterebilecek mi? Değerlendirme: Olumsuz.
·         Başka evlere göç edelim… Civarda başka ahşap ev yok. Değerlendirme: Olumsuz.
Bir sürü öneriler , değerlendirmeler.
Genç bir farede şimşek çakar: Buldum…
·         Kedinin kuyruğuna zil takalım. An be an nerede olduğunu anlarız. Ona göre davranırız.
Alkışlar… Alkışlar… Hem maliyeti ucuz hem garanti çözüm…Coşku ve heyecan geçince olay anlaşılır… Yaşlı fare:
-Tamam tamam da; kediye, bu zili kim takacak?
-Mirim yine eşini dostunu kızdıracaksın? Millet zaten bu aralar öküz altında buzağı arıyor.
-Kahya Efendi mahalle içinde apartmanlar arasında ıkış tıkış alanlarda camiler var… Müezzine kızıyorlar sabah namazı ezanı için ama hayat devam ediyor…  Haydi biraz gülelim dedik ya… Gül geç keyfine bak…

11 Mayıs 2018 Cuma

FİTNE… NİFAK…


FİTNE… NİFAK…
Bu iki kelime -iftiharla söyleyebiliriz ki-, bizim öz Türkçemizde karşılığı olan kelimeler değildir… Peki bizim dilimize nereden girdi? Arapça’dan girdi…  Bu iki kelimenin; kapsamını, sınırlarını, anlamını biz ancak sözlüklere bakarak anlayabiliriz. Bu metot tüm yabancı diller için aynıdır; sözlüğe müracaat et. Ancak; Arapça’da başka bir özellik var:
Bir kelimeye K.Kerim ne anlam yüklemişse onu değiştirme şansın yok. Kelimeler ve kavramlar böyle…
Fikirler görüşler konusunda da en doğru metot: -rektörlük seviyesine ulaşmış bir Hocamın sözüdür- “Fikirlerin görüşlerin doğru olup olmadığı ancak izhar edilince kamu önüne serilince belli olur.” Yani fikrinizi açık etmezseniz kendi doğrunuzda boğulursunuz, demekte.
-Mirim madem Hocanız; neden ismini vermiyorsun?
-Kahya Efendi; gelişmiş toplumlar kavramları fikirleri tartışır. Gelişmekte olan toplumlar kişiler üzerinden hareket eder. Siyaseti de böyledir sanatı da böyledir dini anlayışı da böyledir. Benim makbul saydığım kişi söylemişse doğrudur.Benim makbul saydığım hatta idol kıldığım putlaştırdığım kişi her ne söylese doğrudur. Halbuki aynı sözü bir başkası söylediğinde şüphe ile bakmak adeti vardır. Bu nedenle isimle uğraşma; tavsiyeye bak…
Şimdi abartmadan kısaca ama mesnedi K.Kerim olan bu iki kavrama bakıverelim. Önce “FİTNE.”
  • Mümtehine Suresi, 5. ayet: "Rabbimiz, bizi inkar edenler için fitne (deneme konusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz. Şüphesiz Sen, üstün ve güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin."

  • Tegabün Suresi, 15. ayet: “Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitne (bir deneme)dir. Allah ise, büyük ecir (en güzel karşılık) O'nun Katında olandır.”

  • Müddesir Suresi, 31. ayet: “Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkar edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin: "Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?" İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını Kendisi'nden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür.”

Kısaca şu üç ayet bize fitnenin bir deneme sınama imtihan olduğunu anlatmakta. Deneme de iki türlü olmakta: Ya mihnet ve yoklukta “SABIRLA” sınanma, ya da varlık ve lütufta “ŞÜKÜRLE” sınanma… Fitnenin amacını da K.Kerim tanımlamış: “kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın” kesin bilgiye ulaşmanın yolu da öz eleştiriye açık olmaktan geçmekte. Başka fikir ve görüşlere saygı duyup doğru tarafları var mı, onları görebilmekten geçecektir.
Gelelim NİFAK olayına. Kendisinde “NİFAK” alameti olanlara MÜNAFIK denir. K.Kerim ve Hadis-i Şerif tanımları gayet açıktır.
·         Buharî, İman, 24; Müslim, İman, 106 “emanete hıyanet eden, konuşunca yalan söyleyen, söz verince sözünde durmayan, husûmet edince, kıskanınca haddi aşan”
·          et-Tevbe, 67. “Münafık erkeklerle münafık kadınlar, birbirine benzerler. Onlar, kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoymaya çalışırlar. Ellerini sıkı tutarlar (hayır yapmazlar). Allah'ı (ona itaatı) unuttular, Allah da onları unuttu (hidayetinden mahrum etti). Doğrusu münafıklar hep fasıktırlar.
·         et-Tevbe, 54: “ Harcamalarının kabul edilmesine, yalnızca, Allah’ı ve Resûlünü inkâr etmeleri, namaza ancak üşene üşene gelmeleri ve ancak gönülsüzce harcamaları engel olmuştur.
Yani kısaca şu ki; Münafık olması gerektiği gibi olmayandır.
Gelelim “İMA” konusuna… İma, sözü söyleyenin değil anlayanın başvurduğu bir davranıştır. Lafını gizli tutmak “TAKİYYE”DİR… Benim de öyle şeyle alakam olmaz. Fikrimi söylerim kabul görür veya görmez… Doğrusunu takdiri ilahi gösterir…
-Mirim ya da en doğruyu Allah bilir.  Kimin sadık kimin kazip olduğunu zaman gösterir.
-Amenna.  Lafı da fazla uzatmanın anlamı yoktur.    

KALB VE BEYİN…


KALB VE BEYİN…
Mübarek Ramazan’a çeyrek kala son sabah kahvaltıları…  Eski zamanları kıyaslarsan imkanlar bol, fırsatlar gani, yok yok.  Ama  şekerden, kolestrolden şundan bundan  dolayı korkarak yersiniz.
-Mirim korkarak yeme “yiyormuş gibi yap” da karşındakinin keyfini kaçırma. Hele şu ikramlara mız mız edenler yok mu? Öldürür beni. O yağlı, bu tuzlu, bu unlu ya da ben bunu sevmem, demeye başladı mı işin zor demektir.
-Haklısın ben de öyle yapıyorum işte. Biraz da laf kalabalığı ile vakti dolduruyoruz. Laf lafı açtı diye; bizim ufaklığın elinde çağımızın kaçınılmazı çikolata var. Açmış yarısını bölmüş homur homur yerken, diğer yarısını da –hani klasiktir ya-: “Getir ben yiyeyim” deyip elini hafifçe tutunca hemen başını uzatıp çikolatayı yiyiverdi.
Sabah sofrasında konu olunca alışılmış  anne baba desteği hemen devreye girdi.
-Aman babası alınma o daha küçük.  Hem daha onun üst beyni gelişmedi. Paylaşmayı bilmiyor. Bak etrafına senin gibi kaç kişi kaldı…
Gerçi hoş  üst beynin gelişmesinin yaşla doğrudan alakası yok; nice yaşlara ulaşmış öyle kişiler tanırız ki üst beyin gelişmesini hala tamam edememişlerdir, derken…
-          “Kalbi eğitmeden aklı eğitmek eğitim değildir. Vicdan olmadan bilgi sahibi olmak tehlikelidir.” Aristo’nun sözü ile devam etti yemek sohbeti.
-          Evet haklı idi; biz maalesef bu seküler eğitimle beyinleri eğittiğimizi ve doyurduğumuzu zannettik… Ahlak, vicdan ve sorumluluktan ari bir bilginin, bilgeliğe erişemeyeceğini, böyle insanlardan oluşan toplumların da medeniyet kuramayacaklarını   biraz geç anladık sanırım.
CUMALARINIZ HAYROLSUN…

10 Mayıs 2018 Perşembe

EMEVİLEŞMEK… YA DA TADINI KAÇIRMAK…


EMEVİLEŞMEK… YA DA TADINI KAÇIRMAK…
Haşimiler ve Ümeyye oğulları gerek İslam öncesi gerek İslam sonrası Kureyş kabilesi mensupları olarak tarihe iz bırakmışlardır. Efendimiz(AS)in  soy ağacı Haşimiler kolundandır Kureyş’in. Ümeyye oğulları ile yani kısaca Emevilerle dedelerden kardeş amca çocuklarıdır.
Bu iki ailenin; onların rekabeti, İslam’la ve küfürle imanın çarpıştığı Bedir Savaşı ile düşmanlığa dönüşmüştür. Zira 624 yılı Bedir’de savaş öncesi yiğitlik gösterisi mübarezesinde Ebu Süfyan’ın kayın pederi UTBE Hz. Hamza tarafından, kayın biraderi Velid Hz. Ali tarafından öldürüldüler.
Yani Hz. Muaviye’nin anne tarafından dedesi ve dayısı. Öldürüldü…
Yıl yılı kovaladı kader Hz. Ali ile Hz. Muaviye’nin yollarını kesiştirdi bu ikilinin rekabeti ve adaveti/düşmanlıkları  İslam toplumuna fitne ateşi olarak düştü.
Bu derin olayları İlahi takdire bırakıp bir tarihi rivayet bir de değerlendirme ile yazımızı noktalayalım.
Önce tarihi bir rivayet:  “Muaviye, Muğire b. Şu’be’yi Küfe valiliğine tayin ettiğinde yanına çağırıp ona şunları söylemişti; “Ali’ye sürekli olarak küfretmeyi ve onu kötülemeyi ihmal etmeyeceksin. Osman’a da rahmet okuyup sürekli mağfiret dileyeceksin. Ali’nin ve adamlarının ayıplarını her fırsatta ortaya koyacak, onları kötüleyip duracaksın. Osman’ın taraftarlarım sürekli övecek, Ali’nin taraftarlarını ise yere batıracaksın.» İbni esir, “el-kamil fit tarih”, 3/326…
-Mirim biz bu adı geçen sahabe için Hazret kelimesini kullanıyoruz. Onlar niçin kullanmıyor?..
-Onlar niçin kullansın ki; kendilerine göre sıradan insanlar.
Şüphesiz ki, Emeviler hanedanının devlet süreçlerinde yaptıkları hayır da çoktur şer de… 90 seneye yakın hanedan dönemlerinde Türklerin yaşadığı Horasan bölgesine Semerkant Buhara Merv gibi şehir devletlerine yaptıkları akın ve cihatlar Türklerin arasında İslam’ın yayılmasına sebep olmuştur; bana göre en büyük hayırları budur.
Şimdi de bir değerlendirme: Kütahya’dan  hukukçu kadim dostlardan birisinin değerlendirmesidir.
“Bir bardak çaya bir şeker atın. Bir şeker değerinde tatlanır. Bir daha, bir daha, üç beş şeker atın. Çok tatlı bir çay olur.  Bu çaya bir de bir fiske azıcık tuz atın. Daha önce atılan şekerlerin tadını boşa çıkaracağı gibi bundan sonra ne kadar da şeker atsan tuzun tadını izale edemezsin.”
-Mirim değerlendirme müthiş. Onun için ameli salihe sürekli dikkat etmek lazımdır. Yeni yapacaklarımızla eski salih amelleri boşa çıkarmamak lazımdır. Kimmiş o? O rivayeten mi naklediyor?
-Sanmam.Satırdan değil, sadırdan olsa gerektir. Adını söylemeyeyim çünkü değerlendirmesi yanlış anlaşılır şu seçim ortamında… Haydi biz katlanırız, eşe dosta da; ona ayıp olmasın…
-Mirim anladım Emevileşmek tehlikeli…
-Ya da tadını kaçırmak…  

9 Mayıs 2018 Çarşamba

HAYIR MI?.. ŞER Mİ?..


HAYIR MI?.. ŞER Mİ?..
Batı, bilhassa dominant olan ABD, kadim medeniyetlerin yanında cüce kalır. Bugün bir Çin medeniyeti ile bir Hint bilhassa Türk medeniyet tarihinin yanında esamesi okunmaz.
-Mirim tarihte 15 devlet yıkıp 16.’yı kuran ecdadımız yanında -250 senelik-daha dün devlet olan hala bir millet olamamış Amerika’nın kıyaslamasını yapmak biraz abes kaçmıyor mu?..
-Evet. Ama güzel bir anekdot hem de Kur’ani tavra uygun. Paylaşmak istedim.
Çetin bir kış günü, her taraf buz kesiyor. Halsiz, uçamayacak kadar nâçâr bir kuş, yuvadan yere düşüyor. Her taraf kar buz kuş kesin ölecek. Olur ya; bir inek geliyor o kuşun üzerine bir güzel kakasını yapıyor.  Kuş artık o pisliğe bulanıyor bulanmasına da ama sıcacık oluyor, ısınıyor. Kuş kurtuldu donmaktan ama pislik içinde...
Bir ara oradan geçmekte olan ve rızkını arayan çakal; bakıyor kuş yavrusu. Ama pislik içinde. Hemen olaya müdahale ediyor ve kuşu temizlemeye başlıyor. Kuş memnun mutlu. Pislikten kurtulacak. Temizlik bitince de,
-Mirim netice sanırım belli. Herhalde tutup kuşu yuvasına çıkarmadı. Doğrudan mideye indirmiştir.
-Aynen öyle olmuş…
Şimdi değerlendirirsek, değerlendirmeye gerek yok; zira herkes benden kat be kat ferasetli.
Ben sadece ayeti vereyim gerisi sizin.
Bakara-216: “Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz…”
Sadece savaşa özgü değil bu ayet; kainatta olan her şeye şamil olsa gerektir.

8 Mayıs 2018 Salı

TEDBİRLİ… TEMKİNLİ…


TEDBİRLİ… TEMKİNLİ…
Tedbirli; bir işin geri planını düşünebilen; yani o iş olduktan sonra gelişecekleri düşünebilen kişi…
Temkinli; imkan,  oluşabilecek şartların elverdiği tarzda düşünebilen.
Şu ara fırtınalı bir seçim ortamına girerken; liderler, -bakıyorum- her biri tedbirli ve temkinli…
Asla kendilerini merkez öznesi yapıp atıp savurmuyorlar…
-Mirim örnek…
-“Faizler düşecek; enflasyon düşecek, refah gelecek…” Peki bu eylemleri kim yapacak?.. Ben düşüreceğim vb. gibi ifadeler yok. Neden?
Faizler, bu sistemin özünde var… Kamu veya diğer parayı yönetenler faizleri düşürmez. Zira kamu düşürmez.  Kamuda gecikme faizi kaç? %10. Vergi mi yatırmadın yaz %10. Elektrik, su, telefon falan falan. Haydi düşür %5’e… Ondan sonra da para babalarından iste faizi düşürmelerini. Önce kamudan başla….
-Olmaz Mirim. Kamu, faizleri düşürürse; hem gelir azalır, hem itibar. O, %10 faiz, caydırıcılık taşıması için. Şayet %5 olursa banka kredisi gibi kimse ne vergi yatırır ne de Sosyal Güvenlik paraları. Vatandaş ucuz kredi olarak algılar, diye düşünmekte bizim maliye sistemimiz.
Devlet, şirketler gibi değildir… Şirketler, parayı nasıl kazanırı mı düşünürken, devlet parayı nasıl harcarım, diye düşünür. Zira devletin para kazanma problemi yoktur. Koyarsın vergiyi artırırsın harcı, cezayı, masrafı olur biter.
Bir de bazı konuların öznesi tek olmaz. Özne tek olmayınca hedefler de tek değildir başarılar da…
Mesela: Eğitim… Çok öznelidir. Devlete göre eğitimin halli; okul yapıp, sınıf derslik sayısını artırıp, kaliteyi yükselt, kitap defter temin et, binaları ısıt ışıt suyunu akıt öğretmen ver programı yap tamamdır. Arada bit süt ver; laktoz alerjisi olan üç beş goy goycunun yüzünden süt dağıtmaktan vaz geç. Fındık çem çerez ver; ihaleyi alan firmanın şaibesinden dolayı ondan da vaz geç. Bunları yaparsan başarılısın hedefler tutmuştur. Peki mesele halloldu mu?
Özneyi değiştir. Öğrenci;  sırtını kaşıya kaşıya yatarak sınıfı geçmek ve bütün sınavlardan başarılı olmak. Talep bu. Öğrenme kafa patlatma sıkıntısını seven yok.
Öğretmen; sessiz sakin itirazsız, söz tutan bir öğrenci güruhu. Hele bir de dilediğin okulda çalışıp üç beş kuruş hayat şartlarını karşılayacak gelirin varsa memuriyetin tadına doyulmaz.
Demek ki, eğitimin düzelmesi özneye göre değişiklik göstermekte.
Ekonomi de aynı… Birileri memnun olacak ama kimi memnun edeceğiniz önemli…
Haydi gelin bir anekdotla işi bağlayayım siz daha iyisini anlayacaksınız.
İngiltere’de bir parlamenter çok güzel konuşur hitabeti ile halkı coştururmuş. Bir gün konuşur; salondan tıs yok.
Hemen danışmanları toplar; “ Arkadaşlar ben bugün yanlış bir şey mi söyledim?”
-Hayır . “Peki doğruları söylemedim mi?” Hep birlikte koro halinde: “Hepsi doğru idi söylediklerinin.”
-Peki coşkusuz mu konuştum?.. “Hayır gayet coşkulu idin.”
-Peki, niye alkışlamadılar?
-Çünkü sen halkın duymak istediğini söyleyemedin!!! Zira halk doğru yanlışa bakmaz; duymak istediğine bakar…
İşte bizimkiler de, bu işi çooooook iyi biliyorlar…

6 Mayıs 2018 Pazar

LAK LAK…LEK LEK…


LAK LAK…LEK LEK…
İnsan, bildiği kadar görür, duyar, hissedermiş. Şayet Japonca Çince öğrenseydik/bilseydik bu diller bize gürültü gibi gelmezdi…
Atasözlerimiz, genel de ampirik bilgi  ve avami tecrübelere dayanır. Vecizeler ise, bir kültür birikimi ve yansımasıdır.
Bir atasözümüz: Leyleğin ömrü lak lak’la geçer…
Lak lak, kelimeleri bir incir çekirdeğini dolduracak kadar dahi anlam ifade etmeyen;  boş, abuk-subuk sözlerden oluşan muhabbet.
İşte bizim leylek de lak lak ederek ömrünü tüketir. Avami görüş bu…
Gerçek değişmez de, hakikat doğru, değişir farklılık gösterebilir. Bakış açınıza göre değişebilir.
Hz. Mevlana gözüyle bakarsan iş farklı.
Güney Yarım Küre kış mevsimine giderken Kuzey Yarım Küre yaza doğru gitmekte. Bu nedenle göçmen kuşlar  yurdumuzdaki yuvalarına avdet ettiler. Leylekler de bu meyanda dam başlarındaki baca üstlerindeki yuvalarındalar.  Doyunduktan sonra yuvalarına dönerler ve başlarını göğe kaldırıp “Lek lek lek lek… “teraneleri ile Rablerine şükrederler.
-Mirim o nasıl oluyor?
-Kahya Efendi, “LEK” Kelimesi Arapça da “ Senin için demektir.” Bir düşün, leylek yuvaya geldiğinde bir hayli sayıda şükreder “Her şey senin için  Rabbim “zikri ile.  
İşte bu hayvani tavır Hz. Mevlana’ya şu ifadeyi söyletecektir: “Yarabbi, biz, yüz nefeste bir kez şükredemiyoruz oysa bu mübarek ise bir nefeste yüz kez şükrediyor.”
 Fark bu işte: Hz. Mevlana gözü gönlü ile hissi ile bakarsan leylek şükrediyor; avami eda ile bakarsan lak lak ediyor. Seç birisini, tercih senin…

3 Mayıs 2018 Perşembe

MÜSVEDDE…


MÜSVEDDE…
Herkese açık profilde yazanlar, eleştiriye hem açık olacak hem de eleştiriyi kaldıracak kadar öz güvenli olmalıdır.
Geçenler de İbrahim Bakır Bey’le olan yazışmamız;-  ikazlar yerine- bazı eleştirilere medar olmuş. Olabilir.  Zaten beklenir…
İlkeli olmasından şüphemiz olmayan bir facebook arkadaşımız; dini konularda “Önüne gelen ayetlerden ahkam kesiyor. Neden müctehid imamları mufessirleri hadis ulemasini dinlemeyip de yeni yetme molla kesilen musveddelerin görüşlerini ilgi çeker hale getiririz  gibi bir ifadede bulunmuş.
-Mirim arkadaşın rahatsızlık duyduğu hangi ayetmiş?..
-Arkadaşımız ayetten rahatsızlık duymaz, sanmam. Ayet; “Din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin” Tevbe 31.  Yorum ve usule karşı zannedersem. İşi ehline bırakın demeye getiriyor.
-Mirim iyi de “müsvedde” kelimesi günümüzde eleştiri değil hakarettir.
-Kahya Efendi kelimeler bazen işlem ve işlev değiştirebilir. Doğrudur. Günümüzde adet oldu: Benim gibi düşünmüyorsan, hainlikten tut artık aklına ne gelirse, suçlanıyorsun...  Arkadaşımız -sanırım- az bile söylemiş. Tekfir bile edebilirdi…
İbrahim Bey’in savunduğu şeylerden biri: Eski kadim kültür incelenmeli ama günümüz ve istikbale matuf çözümler yoksa üzerinde oturulup konuşulmalı, tartışılmalı, ayet ve hadislerde destek dayanak aranmalı.
İşte asıl mesele şimdi başlıyor: MÜSVEDDE… Arapça kökenli bir kelime; Esved-Sevda… Eski tabiri ile “Müsevid” yazı işleri demek. Müsvedde de karalama yapmak demek.  Beyin fırtınasına oturmuş üç beş kişi her düşündüğünü yazar. Not alır. Yani karalama yapar. En sonunda doğruya ulaşırlar. Yani müsveddeler büyük fikir ve düşüncelerin habercileridir. Biz müsveddelerin karalama yapmalarına izin vermezsek sorgulayıcı irdeleyici bir düşünce tarzına ulaşamayız.
-Mirim bana göre en iyisi İmam Malik’in yaklaşımı: “Uydurmaya uğraşacağına uy, razı ol.”
-Kahya Efendi ne yapalım yani kendi döneminde anlaşılmadığı gibi bin küsur sene sonra İmam-ı Azam’ı çöpe mi atalım?
-Mirim Çinli bir babanın nasihatine kulak ver. Oğlum: Sakın ha sakın düşünme. Haydi engel olmadın düşündün; bari söyleme. Ona da engel olmadın, çeneni tutamadın… Bari yazma. Haydi engel olmadın elin durmadı yazdın; bari imzalama. Eğer bu tedbirleri alamamışsan başına geleceklere de katlan.
-Anladım… Günümüz hassasiyeti daha da dikkatli olmayı icap ettiriyor.Neden daha önce söylemedin bu anekdotu?

2 Mayıs 2018 Çarşamba

MÜKELLEFİYET…


MÜKELLEFİYET…
Kadim Suudi Arabistan dostlarımızdan birisi aradı:
-Alo Hasan Hocam. Selamün aleyküm.
-Aleykümselam. Muhterem Kandil’de haberleşmiştik.Daha dün; hayrola…
Hal hatırdan sonra:
-Hocam  geçen günkü “Ya anlamasını bekle ya da anlat” yazınızı okudum. Bir daha bir daha okudum. Ya hu Hoca bir mesaj mı vermek istiyor?..Çözemedim.  Eveleyip geveleyeceğime sorarım, dedim… Hocam, bir sıkıntı varsa elimizden geldiği kadar hazırım.
İnsan iliklerine kadar bir hoş oluyor. Şükür, bir sıkıntım yok.  Nisa Suresi ayet 130’a kalben hem inanan hem de bizzat yaşayan biriyim. Şükürden acizim. Allah’ın bana  bahşettiklerini sıralasam ömrüm yetmez.  Şeyh Sadi’yi baz alırsak “ Her nefes için iki şükür gerekir; biri alırken diğeri verirken” der. Biz, nefes şükrünü dahi ödeyemeyiz.
Ha, cedit dostlarımızdan fırça yemedik de değil: “Ha uşağım senin sitemin kimedur?”diye…
-Mirim senin dostlar da bayağı alıngan tiplermiş.
-Kahya Efendi bu yaklaşımları alınganlık diye değerlendiriyorsan sana diyecek sözüm yoktur. Sadece mükellefiyet/sorumluluk sahibi olduklarından.
İslam’da mükellefiyet, şartları dolduran herkese; farzdır, vaciptir, sünnettir… Durumuna göre. C. Hakk imkan vermediğini sorumlu tutmaz.  Bu dostlarımız da sağ olsunlar demek ki; imkanları elveriyor…  
-Mirim meslekleri insanların karakterlerini şekillendirir… O, dostlarından ağrıların en şiddetlisine  tutulmuşlarına çare oluyor. İşte o meslek, kendisini diğer insanlara karşı da sorumlu hissettiriyor.
-Haklısın. Allah bu hassasiyetini daim eylesin.  E eeee fani dünyadayız hayr-u hasenatla keseyi burada dolduracaksın. İmkanları fırsata çevirmek lazım; ya gözünü açacaksın ya da kulağın delik olacak…