21 Şubat 2018 Çarşamba

VEHİMDEN KURTULMAK

VEHİMDEN KURTULMAK…
Değerli Dostlar,
Ülkemiz insanı zaman zaman ya Oruç, ya Namaz  veya Bayram günlerinin tartışmasını yaşar; diğer dünya milletleri ve devletleri de katılır bazen.
Nedir Konu? Zamanın nasıl ve ne şekilde ölçüleceğidir. Çünkü İslam’da hiçbir sorumluluk ucu açık ve sonsuz olamaz…Bunun sınırı bazen bir ömür süresi ile de ölçülebilir.Mesela:Hacc. O halde zamanın; günler, aylar ve yıllar bazında makro düzey-de ölçülmesi gerekir.Ya alt birimlerde?Tabi o mikro düzeyde ölçülmelidir.Bu da kronometrik, aletsel ölçümlemeye  kadar gidebilir.
Ay ve Güneş,-K.Kerim’in bize işaret ettiğine göre- zaman ölçme aygıtlarına done sağlayan tek kaynaktır. Ölçümleme,  gözle başlar ve ölçen, kayıt tutan, sürekli gözleyen her araç gereçe hamledilebilir. Yani bu  geniş yelpazeli bir fonksiyondur. Peki hangisi cari olacaktır?
İslam, ölçümlemede  doğal yapı dediğimiz; beş duyuyu esas almıştır. Yanılgılardan uzak, beş duyu yeterli görülmüştür. Bu beş duyu ne yapacaktır? Güneş ve Ay’ı gözleyip, zaman dilimlerini kategorilere ayırıp; mali ve bedeni ibadetlerin edasını ger-çekleştirecektir insanoğlu.
İslam yıllık ibadetlerde Ay’ın hareketlerinin baz alınmasını; günlük ibadetlerde de Güneş’in hareketlerinin baz alınmasını, buyurmuştur. O halde ne olmalıdır? Azından -en naifinden en eğitilmişine kadar- tüm insanlar, Ay ve Güneş’in hareketlerini gözlemek zorundadır. Bu işi de,meslek edinenlere bırakmak gibi bir lüksü de yoktur.
Çağdaş Dünya’da yeterli nüfusa ulaşan insanoğlu bazı sorumluluklarını bırakmış ve birilerinin üzerine kaymıştır; bu yetenek ve sorumluluklar.
Pekala, -bu  değerlendirmeler- haydi tekrar görevimizi üstlenmemizi sağladı diyelim. Acaba bizim ölçümlememiz hakikaten doğru mu? Gerçeklere uygun mu?
Konu, zamanın ölçülmesi ve kayıt altına tutularak Takvim dediğimiz aygıtın hazırlanması ise… Bu ölçümlemeler için Ay ve Güneş tek veri kaynağı olduğuna göre  İstanbulluların işi çok kolay. Hem de çoooook…  Neden? İki sebepten. Bir: Rasathaneleri var. Üstelik çok sevecen -hiç mi hiç kamu personeline benzemeyen- bir ekip ta-rafından idame ediliyor. Bu biiiiiir. Asıl ikincisi şu:  Necip Fazıl Merhuma göre de:
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;Ay ve Güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
Böyle çok çok ciddi bir konuda biraz sulandırmış olmuyor musun? Bilimsel ve hukuksal konular, hele hele dini konular: Biraz asık surat olmalıdır. Haaaa!.. Tamam mı? Diyenlerin yüzünden din, hukuk, ilim bu hale gelmedi mi?  Biz dini, ilmi, hukuk’u daima bir elinde sopa, havucu arkasına saklamış adam gibi gördük. İnşallah bu değişim rüzgarları o anlayışları da etkiler.Bazı şeyleri konuşamadığımızı düşünürsem ina-nın ki, kendimi Orta Çağ Avrupa’sında zannediyorum.
Peki, Orta Çağ, Karanlık Çağ bizde kötü müydü? Yooook. Niye  kötü olsun ki. O Avrupa’ya kötüydü…Tarihsel süreçte Orta Doğu, Orta Çağ’da medeniyetin zirvesini yaşı-yordu; ilimde, sağlıkta hukukta, saygı, sevgide. Hala yaktığı mumlar, diktiği tuğlar ayakta…O nasıl? Hz. Mevlana ne olacak? Yıl: 1200’ler.Şunun doğru dürüst ölüm tarihini yazsana. Yazamam çünkü ölmedi. Bak hala yaşıyor. O yaşayan ölülerden değil ölünce yaşamaya başlayanlardan.  Hadi dönelim konumuza.
Nerde kalmıştık? Zamanın ölçülmesinde. Tamam. Veri noktaları Ay ve Güneş. İkisi de dairesel bir yörüngede oldukları için ikisinin de açıları 3600. Her ikisini de hem günlük,  toplamında da yıllık ölçeceğiz.
Ay verisi ile Ramazan  ve Orucun Tutulması, Hac ve Kurban’ın Kesilmesi, Mali yılın başlangıcı ;zekat için vb.
Güneş verisi ile tüm Namazlar ve Oruç’un günlük süresi tesbit edilecektir.
Oh ne kadar kolay…  İşte problem burada başlıyor.  Ölçümlemede, çoğalıp bilgi artınca hangisine uyacağımız kargaşası başlıyor. Bilgi soru doğurmalıdır; sorun doğur-mamalıdır.
Bilgi nerede ve ne zaman sorun doğurur? Sosyal konuların bilgileri, provake ve ajitasyona açık olduğu için; aciz,  gelişememiş toplumlarda sorun yaratır ve çok rahatlıkla “Korku İmparatorluğu” kurabilirsiniz.  Sosyal bilgi tamam anladık. Tam olmasa da biraz uymuş.
Ya dini bilgi ne zaman sorun yaratır? Dini bilgide ölçme olmaz. Teslimiyet ve inanmadır. İnancın düşmanı vehim ve şüphedir. Bilginin vehim ve şüpheye kapalı olma-sının tek yolu Müsbet, Ölçülebilen ve Tekrarlanabilen verilere dayanmış olmasıdır. Peki bu, dini bilgilerin tamamını kapsar mı? Bazılarını evet. O halde ölçebildiklerimizi ölçelim, ölçemediklerimize de teslim olalım. Amenna. İşte bir ölçü: “Cahil sofu Şeytan’ın maskarasıdır.”
Bir toplum, üretemediği zaman kesinlikle kargaşa başlar. Üretemediğiniz zaman ilaç silah, gıda, kumaş ,otomobil falan filan… Asıl konu şu: Maddi şeyleri üretemediğiniz zaman; manevi şeyleri de üretemezsiniz. Sadakat, samimiyet, güven, hem de öz güven. Asıl olanı da sevgiyi, saygıyı üretemezsiniz. Hoşgörüyü üretmezsiniz.  Peki  doğada boşluk olur mu? Asla. Sevgi, saygı, hoşgörü, öz güven yoksa ne olur? Onların yerini şüphe, korku, vesvese doldurur. Ağzınızın tadı kaçar; yediğinizin içtiğinizin, ve ne de yaptığınız ibadetin, hazzını alamaz olursunuz. İçinize sinmez olur. Başkasından şüphenin çözümü kolay.Ama kendinizi nasıl sükunete erdireceksiniz?...
İşte ağız tadınızı size geri kazandıracak tek şey: Emin olmaktır. Yaptığın işten, inandığın şeyden emin olmaktır. Çok basit bir ölçme fotoğrafı veriyorum. Gerçi bu fotoğraf bu kitapta daha önce kullanıldı ama olsun yeridir.
Bu gördüğünüz yaşlı hanım benim Anam’dır. Amma kabasın. İnsan “Anne” demez mi?  Ağzımı o dolduruyor. Anam… Annedolu deyin bakalım; kargaları güldürmeyin…
Ne yapmış? Gariban namazlarını koymaz kılar. Peki kaç rekat kıldığını nasıl aklında tutacak?  Yaş 80 küsur. Şeytan’ın oyuncağı olmamak için, ölçüyor. Yastığına dört tane gazete parçası yırtarak koymuş ve her Rekat’ta bir tanesi yer değiştiriyor. Mesele bu kadar. Demek ki; ölçme fikri insanın kafasında…Cahili, alimi; fark etmez.
Gelelim çoook ciddi konulara. Ayın ve Güneş’in alet edavat kullanılarak ölçülmesine.
Aşağıda bir internet  sitesi var. Adresi biraz aşağıda… Hemen devamında İngilizce bir metin var ; hemen peşinde de -benim anlayacağım kadar- Türkçe tercümesi… Bu iki metnin bir farkı var; diğer bilimsel çalışmalardan. Neymiş o? Deyip burun kıvırma. Dur.Hemen hafife alma. Bu kadar öz ve net bilgi ki;  bizim mahkemelerimize dahi mesnet oluyor.Onun için hafife almayın. Çünkü bu aralar aman Hakimleri, Mahkemeleri, Hukuk’u pek hafife almaya gelmiyor, haberiniz olsun.  Her neyse kitabın say-falarının dışına çıktık. Ne deniyordu? Out’mu? Touch’mı? Siz bu verileri bir okuyun. Sonra biraz daha laflarız.
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesinde aldım soluğu. Sağ olsunlar, umduğumdan daha çok yakınlık gördüm. Yılların verdiği  kurumsallaşmış bir üniversite böyle oluyor demek ki… Hülya Yeşilyaprak Hanım’ın yaklaşımları iletişim duygusu, verileri beni tatmin etti… Hadi bir de siz göz atın…
Sivil Alacakaranlık: Güneş batımından yaklaşık yarım saat sonrası, doğumundan yaklaşık yarım saat öncesine tekabül eden zaman. Bu sürenin sonunda başlangıcında  normal hava koşullarında,  ufuk çizgisi ve cisimler ayırt edilebilir.

Denizci Alacakaranlığı: Güneş batımından yaklaşık bir saat sonrası  doğumundan yaklaşık bir saat öncesine tekabül eden zaman. Bu sürenin sonunda-başlangıcında cisimlerin ana hatları kabaca ayırt edilebilir fakat açıkhava’da detay gerektiren işler yapılamaz. Ufuk çizgisi görülmemeye-görülmeye  başlar.
Astronomik Alacakaranlık:Güneş batımından yaklaşık birbuçuk saat sonrası doğumundan yaklaşık birbuçuk saat öncesine tekabül eden zaman. Astronomik gözlemler için tam karanlığın başladığı-bittiği andır.İmsak ve Yatsı vaktine tekabül eder.
Evet dostlar… Güneşin ölçümlemesi ile detaylı veriler bunlar. İşte biz, hangisi ile amel edeceğiz? Onun kavgası bunlar… 
Astronomik veriye uyarsanız İmsak Vaktiniz mecburen biraz önce başlar. Tedbirli insanlar bunu seçer. Katı dahi diyebiliriz. Püritenler.Taviz yok.
Orta yolu tutanlar  Denizci Alacakaranlığına  uymakta beis görmezler…
Üçüncü gruba ne demeliyim? Light desem olur mu? Boş verin ben demedim. Hangisi ile amel etsem desem herhalde bu daha uygun geliyor. Biz ne yapalım derseniz; bunun cevabı yok. Tamamen size kalmış.
Yalnız işin bir de şöyle bir tarafı var. Türkiye’de dini hayat “ben’den” başlamaz. “Sen’den” başlar. Sen şöyle yap. Ne gibi? “ Efendim namazlar Türkçe kılınsın!” “İyi tamam. Sen kıl kardeşim. Kıl. Beş vakit…Biz de bir görelim… Bakarsın daha güzel olur. Bizim de hoşumuza gider. Samimi ol.” “Canım o kadar da abartma. Sana ne benim namazımdan.” İşte  ince ayar o. “Ben dediğimde haksız mıyım?”

Hülya Yeşilyaprak Hanıma teşekkürlerimizle. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder