VEHİMDEN
KURTULMAK…
Değerli Dostlar,
Ülkemiz insanı zaman zaman ya Oruç, ya
Namaz veya Bayram günlerinin
tartışmasını yaşar; diğer dünya milletleri ve devletleri de katılır bazen.
Nedir Konu? Zamanın nasıl ve ne şekilde
ölçüleceğidir. Çünkü İslam’da hiçbir sorumluluk ucu açık ve sonsuz olamaz…Bunun
sınırı bazen bir ömür süresi ile de ölçülebilir.Mesela:Hacc. O halde zamanın;
günler, aylar ve yıllar bazında makro düzey-de ölçülmesi gerekir.Ya alt
birimlerde?Tabi o mikro düzeyde ölçülmelidir.Bu da kronometrik, aletsel
ölçümlemeye kadar gidebilir.
Ay ve Güneş,-K.Kerim’in bize işaret
ettiğine göre- zaman ölçme aygıtlarına done sağlayan tek kaynaktır.
Ölçümleme, gözle başlar ve ölçen, kayıt
tutan, sürekli gözleyen her araç gereçe hamledilebilir. Yani bu geniş yelpazeli bir fonksiyondur. Peki
hangisi cari olacaktır?
İslam, ölçümlemede doğal yapı dediğimiz; beş duyuyu esas
almıştır. Yanılgılardan uzak, beş duyu yeterli görülmüştür. Bu
beş duyu ne yapacaktır? Güneş ve Ay’ı gözleyip, zaman dilimlerini kategorilere
ayırıp; mali ve bedeni ibadetlerin edasını ger-çekleştirecektir insanoğlu.
İslam yıllık ibadetlerde Ay’ın
hareketlerinin baz alınmasını; günlük ibadetlerde de Güneş’in hareketlerinin
baz alınmasını, buyurmuştur. O halde ne olmalıdır? Azından -en naifinden en
eğitilmişine kadar- tüm insanlar, Ay ve Güneş’in hareketlerini gözlemek
zorundadır. Bu işi de,meslek edinenlere bırakmak gibi bir lüksü de yoktur.
Çağdaş Dünya’da yeterli nüfusa ulaşan
insanoğlu bazı sorumluluklarını bırakmış ve birilerinin üzerine kaymıştır; bu
yetenek ve sorumluluklar.
Pekala, -bu değerlendirmeler- haydi tekrar görevimizi
üstlenmemizi sağladı diyelim. Acaba bizim ölçümlememiz hakikaten doğru mu?
Gerçeklere uygun mu?
Konu, zamanın ölçülmesi ve kayıt altına
tutularak Takvim dediğimiz aygıtın hazırlanması ise… Bu ölçümlemeler için Ay ve
Güneş tek veri kaynağı olduğuna göre
İstanbulluların işi çok kolay. Hem de çoooook… Neden? İki sebepten. Bir: Rasathaneleri var. Üstelik
çok sevecen -hiç mi hiç kamu personeline benzemeyen- bir ekip ta-rafından idame
ediliyor. Bu biiiiiir. Asıl ikincisi şu: Necip Fazıl Merhuma göre de:
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu
İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda,
iklim;O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;Ay
ve Güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş
visale,Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
Böyle çok çok ciddi bir konuda biraz sulandırmış olmuyor musun?
Bilimsel ve hukuksal konular, hele hele dini konular: Biraz asık surat
olmalıdır. Haaaa!.. Tamam mı? Diyenlerin yüzünden din, hukuk, ilim bu hale
gelmedi mi? Biz dini, ilmi, hukuk’u
daima bir elinde sopa, havucu arkasına saklamış adam gibi gördük. İnşallah bu
değişim rüzgarları o anlayışları da etkiler.Bazı şeyleri konuşamadığımızı
düşünürsem ina-nın ki, kendimi Orta Çağ Avrupa’sında zannediyorum.
Peki, Orta Çağ, Karanlık Çağ bizde kötü müydü? Yooook. Niye kötü olsun ki. O Avrupa’ya kötüydü…Tarihsel
süreçte Orta Doğu, Orta Çağ’da medeniyetin zirvesini yaşı-yordu; ilimde,
sağlıkta hukukta, saygı, sevgide. Hala yaktığı mumlar, diktiği tuğlar ayakta…O
nasıl? Hz. Mevlana ne olacak? Yıl: 1200’ler.Şunun doğru dürüst ölüm tarihini
yazsana. Yazamam çünkü ölmedi. Bak hala yaşıyor. O yaşayan ölülerden değil
ölünce yaşamaya başlayanlardan. Hadi
dönelim konumuza.
Nerde kalmıştık? Zamanın ölçülmesinde. Tamam. Veri noktaları Ay ve
Güneş. İkisi de dairesel bir yörüngede oldukları için ikisinin de açıları 3600.
Her ikisini de hem günlük, toplamında da
yıllık ölçeceğiz.
Ay verisi ile Ramazan ve Orucun
Tutulması, Hac ve Kurban’ın Kesilmesi, Mali yılın başlangıcı ;zekat için vb.
Güneş verisi ile tüm Namazlar ve Oruç’un günlük süresi tesbit
edilecektir.
Oh ne kadar kolay… İşte problem
burada başlıyor. Ölçümlemede, çoğalıp
bilgi artınca hangisine uyacağımız kargaşası başlıyor. Bilgi soru doğurmalıdır;
sorun doğur-mamalıdır.
Bilgi nerede ve ne zaman sorun doğurur? Sosyal konuların bilgileri,
provake ve ajitasyona açık olduğu için; aciz,
gelişememiş toplumlarda sorun yaratır ve çok rahatlıkla “Korku
İmparatorluğu” kurabilirsiniz. Sosyal
bilgi tamam anladık. Tam olmasa da biraz uymuş.
Ya dini bilgi ne zaman sorun yaratır? Dini bilgide ölçme olmaz.
Teslimiyet ve inanmadır. İnancın düşmanı vehim ve şüphedir. Bilginin vehim ve
şüpheye kapalı olma-sının tek yolu Müsbet, Ölçülebilen ve Tekrarlanabilen
verilere dayanmış olmasıdır. Peki bu, dini bilgilerin tamamını kapsar mı?
Bazılarını evet. O halde ölçebildiklerimizi ölçelim, ölçemediklerimize de
teslim olalım. Amenna. İşte bir ölçü: “Cahil sofu Şeytan’ın maskarasıdır.”
Bir toplum, üretemediği zaman kesinlikle kargaşa başlar. Üretemediğiniz zaman ilaç silah, gıda,
kumaş ,otomobil falan filan… Asıl konu şu: Maddi şeyleri üretemediğiniz zaman;
manevi şeyleri de üretemezsiniz. Sadakat, samimiyet, güven, hem de öz güven.
Asıl olanı da sevgiyi, saygıyı üretemezsiniz. Hoşgörüyü üretmezsiniz. Peki
doğada boşluk olur mu? Asla. Sevgi, saygı, hoşgörü, öz güven yoksa ne
olur? Onların yerini şüphe, korku, vesvese doldurur. Ağzınızın tadı kaçar;
yediğinizin içtiğinizin, ve ne de yaptığınız ibadetin, hazzını alamaz
olursunuz. İçinize sinmez olur. Başkasından şüphenin çözümü kolay.Ama kendinizi
nasıl sükunete erdireceksiniz?...
İşte ağız tadınızı size geri kazandıracak tek şey: Emin olmaktır.
Yaptığın işten, inandığın şeyden emin olmaktır. Çok basit bir ölçme fotoğrafı
veriyorum. Gerçi bu fotoğraf bu kitapta daha önce kullanıldı ama olsun yeridir.
Bu gördüğünüz yaşlı hanım benim Anam’dır. Amma kabasın. İnsan “Anne”
demez mi? Ağzımı o dolduruyor. Anam…
Annedolu deyin bakalım; kargaları güldürmeyin…
Ne yapmış?
Gariban namazlarını koymaz kılar. Peki kaç rekat kıldığını nasıl aklında
tutacak? Yaş 80 küsur. Şeytan’ın
oyuncağı olmamak için, ölçüyor. Yastığına dört tane gazete parçası yırtarak
koymuş ve her Rekat’ta bir tanesi yer değiştiriyor. Mesele bu kadar. Demek
ki; ölçme fikri insanın kafasında…Cahili, alimi; fark etmez.
|
Gelelim çoook ciddi konulara. Ayın ve Güneş’in alet edavat
kullanılarak ölçülmesine.
Aşağıda bir internet sitesi
var. Adresi biraz aşağıda… Hemen devamında İngilizce bir metin var ; hemen
peşinde de -benim anlayacağım kadar- Türkçe tercümesi… Bu iki metnin bir farkı
var; diğer bilimsel çalışmalardan. Neymiş o? Deyip burun kıvırma. Dur.Hemen
hafife alma. Bu kadar öz ve net bilgi ki;
bizim mahkemelerimize dahi mesnet oluyor.Onun için hafife almayın. Çünkü
bu aralar aman Hakimleri, Mahkemeleri, Hukuk’u pek hafife almaya gelmiyor,
haberiniz olsun. Her neyse kitabın
say-falarının dışına çıktık. Ne deniyordu? Out’mu? Touch’mı? Siz bu verileri
bir okuyun. Sonra biraz daha laflarız.
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesinde aldım soluğu. Sağ
olsunlar, umduğumdan daha çok yakınlık gördüm. Yılların verdiği kurumsallaşmış bir üniversite böyle oluyor
demek ki… Hülya Yeşilyaprak Hanım’ın yaklaşımları iletişim duygusu, verileri
beni tatmin etti… Hadi bir de siz göz atın…
Sivil Alacakaranlık: Güneş batımından yaklaşık yarım saat sonrası, doğumundan yaklaşık yarım saat öncesine tekabül eden zaman. Bu sürenin sonunda
başlangıcında normal hava
koşullarında, ufuk çizgisi
ve cisimler ayırt edilebilir.
Denizci Alacakaranlığı: Güneş batımından yaklaşık bir saat sonrası
doğumundan yaklaşık bir saat öncesine tekabül eden zaman. Bu
sürenin sonunda-başlangıcında cisimlerin ana hatları kabaca ayırt edilebilir
fakat açıkhava’da detay gerektiren işler yapılamaz. Ufuk çizgisi
görülmemeye-görülmeye başlar.
Astronomik Alacakaranlık:Güneş batımından yaklaşık birbuçuk saat sonrası doğumundan yaklaşık birbuçuk saat öncesine tekabül eden zaman. Astronomik gözlemler için tam
karanlığın başladığı-bittiği andır.İmsak ve Yatsı vaktine tekabül eder.
Evet dostlar… Güneşin ölçümlemesi ile detaylı veriler bunlar. İşte
biz, hangisi ile amel edeceğiz? Onun kavgası bunlar…
Astronomik veriye uyarsanız İmsak Vaktiniz mecburen biraz önce başlar.
Tedbirli insanlar bunu seçer. Katı dahi diyebiliriz. Püritenler.Taviz yok.
Orta yolu tutanlar Denizci
Alacakaranlığına uymakta beis görmezler…
Üçüncü gruba ne demeliyim? Light desem olur mu? Boş verin ben demedim.
Hangisi ile amel etsem desem herhalde bu daha uygun geliyor. Biz ne yapalım
derseniz; bunun cevabı yok. Tamamen size kalmış.
Yalnız işin bir de şöyle bir tarafı var. Türkiye’de dini hayat
“ben’den” başlamaz. “Sen’den” başlar. Sen şöyle yap. Ne gibi? “ Efendim
namazlar Türkçe kılınsın!” “İyi tamam. Sen kıl kardeşim. Kıl. Beş vakit…Biz de
bir görelim… Bakarsın daha güzel olur. Bizim de hoşumuza gider. Samimi ol.”
“Canım o kadar da abartma. Sana ne benim namazımdan.” İşte ince ayar o. “Ben dediğimde haksız mıyım?”
Hülya Yeşilyaprak Hanıma teşekkürlerimizle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder