24 Eylül 2018 Pazartesi

UYKU...




UYKU… UYANMAK… UYANDIRMAK… UYANDIRILMAK…
Her canlı mutlaka uyur; C. Hak’tan başka… Ama yatarak ama sütçü beygirleri gibi ayakta…  C. Hakk, ne uyur ne de uyuklar; Bakara suresinde Ayet el-Kürsi dediğimiz ayette bu var. İnanırsın inanmazsın o başka…
Uyku, sağlıklı bir organizmanın işlevlerinin en doruk anıdır; sağlığınız ilk evvel uykudan başlar bozulmaya…Biz, uyku ile; hem dinleniriz, hem organizmanın eksik gediği tamir ederiz,  hem de geçici hafızamızdaki işe yaramayan şeyleri temizler kalması gerekenleri de hafıza depomuza göndeririz …
-Mirim tabiî ki önemliler ve öncelikliler sınıflaması yaparak…
-Evet aynen öyle. Sağlıklı organizma dinlenmesini ve uykudaki işlevlerini bitirince kendiliğinden uyanır. Şöööööyle, kedi gibi bir gerinirsin; aman da sabahlar ne çabuk oluyor ama yine de dinlenmişim, der eh aklın eserse de Rabbine şükredersin. İstese seni uyandırmaya da bilirdi. Ayetle sabit.Zümer: 42…
Sıra geldi UYANDIRMAK…
İnsanları gerek gerçek uykularından gerek gaflet /zihinsel durağanlık ve uykudan uyandırmak biraz farklılık gösterir…
Gerçek uykudan uyandırılmaya bana göre en güzel örnek: CHURCHILL’dir. Hazret, mutlaka öğle uykusuna yatarmış.
-Mirim aslında sünnet. Öğle uykusu.
-Evet. Sanırım o sünnet olduğu için değil Efendimizin -önerdiği- böyle bir davranışın insan organizmasına gerekli olduğunu işaret ettiği için uyuyordur. Malum “Koruyucu Hekimlik”te Efendimiz(a.s)ın bir sürü önerisi var.  Yine böyle bir gün kapısı özel sekreteri tarafında tıklatılır ve sekreter elindeki telgrafı başbakana uzatır. Yüzü buruş kırış olur. Tüm suratsızlığına bürünüp:
-Beni bunun için mi uyandırdınız?
Halbuki alınan istihbarata göre Almanlar, Londra’yı yarım saat sonra bombalamaya başlayacaklardır.
Bu gerçek uyandırılma. Bir de gafletten uyandırma var ki; ahanda o iş biraz zoooor. Hem uyandıracak kişi için hem de uyandırılacak gönüller/beyinler/akıllar için.
-Yahu Mirim ne işin var Allah aşkına bırak yahu. Herkes uykusunda mışıl mışıl uyusun sana mı kalmış. Belki adam üstüne üstlük mutlu mesut rüyalar bile görüyor olabilir. Hem nereden çıktı bu uyku konusu?
-Kahya Efendi bazı gönül dostlarımız bir fotoğraf yayımlamışlar. Hollanda Prensesi Mary’nin çocuklarını bisikletle  okula götürdüğü ile alakalı. Sanırım bu tevazulu davranışla bizim şatafata düşkün devlet adamlarını veya zenginlerimizi eleştiri olsun, diye…Tabi yanılmış da olabilirim.
Ben de “bu fotoğraf bana göre geyik muhabbeti” yorumunda bulundum. Zira batı siyasetçisi ara sıra böyle şirinlikler yapar. Fotoğraf olarak servis de ederler; protokol dairesi tarafından. Onların onayı olmadan ne bir yazı yazabilirsiniz ne de bir fotoğraf koyabilirisiniz. En canlı örneği de Bill Clinton’un Türkiye ziyaretindeki çocuk kucaklayıp sevmesi, o ufaklığın onun burnunu sıkması; ne hikmetse bizim siyasilere bile örnek oldu… O tarihten buyana da bizim siyasiler gösteri olsun diye çocuk sevmeye başladılar…
-Mirim o iş göstermelik değil de gerçek duygu olsaydı o dört yaşındaki sahile vurmuş yüz üstü ölüsü yatan ACLAN bebek yüreklerini sızlatırdı.
-Neyse Kahya Efendi burnumun direği sızlıyor zaten; fazla söze gerek yok. Şu fotoğrafı servis edelim de kararı herkes kendisi versin en iyisi o…DOSTLARA DA SELAM SEVGİLERİMİ GÖNDEREYİM…

22 Eylül 2018 Cumartesi

YILIN FOTOĞRAFI ÜZERİNE...




YILIN FOTOĞRAFI ÜZERİNE…
-Sevgilim sana bir fotoğraf gönderdim. Yılın fotoğrafı seçilmiş. Açıklama da; su kaynağına giderken halsiz düşmüş bir aslan yavrusunu fil taşıyor; aslanın anası da yanında yürüyor…
-Tamam hemen bakarım.

Kimin çektiği, kimin birinci seçtiğini bir yana bırakırsak; herkese saygım büyük. Zira C. Hakk’ın  en güzel ifade edildiği bir sahne… Bu sahneyi kurgulasanız yapamazsınız zira bu hayvanlar evcil değil.
-Mirim evcil dedin de; hayvanları sınıflamışlar: Evcil hayvanlar, vahşi hayvanlar. Evciller: Aslan , kaplan fil. Vahşiler; tavuk, horoz, kaz, ördek…
-Kahya Efendi her halde bu sınıflamayı karınca yapmıştır.
-Evet öyle.
-Demek ki sınıflamalar ölçütlere göre değişiyor. Neyse… Okuduğunuz yazıda maksadınız doğru ise pek fazla hareket ve karar gücünüz olmaz. Oysa fotoğraflar öyle değildir. Bildiğiniz kadarıyla çeşitli yorumlarda bulunabilirsiniz… İşte bu fotoğrafa karesi de bu kabilden çeşitli yorumlara açıktır.
Bu kare alışılmışın dışında görüntüler taşıyor. Can düşmanı olanlar vakti geldiğinde dostluk ellerini uzatıveriyorlar. Hayatın akışının tersi bile olabiliyor. Mesela: Eniklerini emziren anne kedi, memesine yapışan fare yavrusunu da emziriyor. Bu fotoyu da görmüştük.
-Mirim konunun C. Hakk’la ilgisi?
-Kahya Efendi  varlıklar kabaca ikiye ayrılırlar. Bir: Şuur sahibi üst aklı olanlar yani insanlar. İki: Şuur sahibi olmayanlar; bitkiler, hayvanlar, dağlar taşlar… Şuur sahibi olanlar tercihli varlıklardır. Davranışlarını seçebilirler. Hayvanlar şuur sahibi olmadıkları için C. Hakka doğrudan ve mota mot bağlıdırlar.
Dünyada da oluşan her hareketin art/ana planında C. Hakk vardır.  İşte standart dışı oluşumlar insanın “Hımmmmm bu maddi manevi aleme bir müdahale eden var. O da C. Hakk’tır” deme imkanı sağlar. Zira bu varlıklar C. Hakka doğrudan bağlıdırlar. Hiç ihtimal vermeyeceğin şeyleri yapabilirler. Bu bize determinizmin/sebep sonuç ilişkisinin zorunlu olmadığını gösterir…  Şayet zorunludur dersek C. Hakkın “TEKVİN” sıfatına müdahale etmiş oluruz ki; bu Rabbaniyetine uygun düşmez.
-Mirim Güneş gezegenimizdeki 11 gezenin 10 tanesi saat yönünde dönerken Venüs’ün saat yönünün tersine dönmesi de mi aynı izahata giriyor.
-Evet sevgili Kahya evet … Orada da C. Hakk’ın tam müdahalesi var. Bu fotoğraftaki müdahalesi gibi. İşte halsiz aslan yavrusunu file taşıtır mı taşıtır…   Ben bu fotoğraftan bunu anladım; safaricilerle, doğa tutkunları ne anlarlar bilemem…

21 Eylül 2018 Cuma

DÜNYA SEVGİSİ...


DÜNYA SEVGİSİ…
Kalbinde dünya sevgisi olmayan kişi olamaz; sadece dozu tartışmalıdır.
Bazıları, dünyayı ahiretin tarlası olduğu için sever. Bazıları hedonisttir dünyevi hazların peşindedir onun için sever. Bazılarının dünyalığı denktir düğünde gülmeyip cenazede ağlayamasa bile rahvan giden  o tipler de dünyayı severler.
-Mirim belki de Efendimizin “Hubbül vatan minel iman/  Vatan sevgisi imandan kaynaklanır” hadisi Şerifinin bir yansıması olmaya?
-Kahya Efendi, “vatanı arazi parçası  görmek” gafletinde olma seküler yapı gibi… İslam’ın ve Efendimizin vatan anlayışını iyi incelemek gerekir… Zira İslamın vatandan anladığı fiziksel coğrafyası değil; İslami adap ve edeple yaşayabildiğin, hür olduğun, davranışlarını özgür iradenle seçtiğin yerdir vatan. İslamı ivazsız garazsız yaşamaya çalıştığın yerdir vatan.   
-Mirim bu yargıya nereden vardın? Dünya Sevgisi; az ya da çok, herkesin kalbinde vardır, diye…
-İnsan şuurla kelimeleri seçerek konuşur da- o zaman ne olduğunu anlamaya bilirsin- ama öfke veya sevinç anında hislerini kontrol edemediği bir anda  ya da rüyasında şuuraltında söylediği sözler o insanın tamı tamına karakterini gösterir.
-Evet Mirim bir insanın değerini –bazıları- sevinçli iken mutlu iken övgü kelimeleri ile kızdığında nefret ettiğinde yergi kelimelerinden ölçerlermiş. Ancak rüyayı duymamıştım. En nihayet rüya; aslı yok astarı yok, derler ya.
-Kahya Efendi mesele başka. Bugün Cuma Namazını Sultan Ahmet’te kılmak nasip oldu; kadim dostum ahretliğim Elhan Sezen’le. Namaz sonrası Mustafa Haşimoğlu Beyle  yeni dost edinip gönlümün kaynaştığı Şerif Ali Bey hemşerimizle buluşmak da nasip oldu. O bakımdan nasipli günümdü. Ezana yarım saat kala yerimizi aldık. Vaiz Efendi çok akıcı bir dille hamasetten fazla temel bilgilere dayalı hikayecilikten uzak vaazını yaptı. Hatta bir ara bir rüyasını anlattı…
Rüyaya başlarken –Allah var- “Haydi bakalım hayırlısı”dedim. İnşallah  bazı günümüz  şeyhleri gibi “Rasulüllah Efendimiz bizim eve teşrif etti; bana lütfu inayetlerde bulundular” vâri olmaz inşallah, dedim.
Vaiz Efendinin rüyası şu: Rüyasında hatiften sanırım bir ses “Bugünkü kahvaltı, senin son kahvaltın olacak” der. Hocamız da: “ Yani ben yarın bu güzel şeylerle kahvaltı yapamayacak mıyım?.. Çoluk çocuk birlikte olamayacak mıyım?,” deyip hayıflanmış/korkmuş… Hemen peşi sıra da uyanmış.
-Mirim mesele burada yatıyor işte. Şimdi anladım; rüyada konuştuğun şeyler şuuraltının yansıması Hocamızda da gizli bir dünya muhabbeti var. “Ben yani yarın bu güzel kahvaltıyı çoluk çocuk yapamayacak mıyım? Bu güzel şeyleri bir daha yiyemeyecek miyim? İbareleri Hocamızın kalbinde “Dünya Muhabbetinin” sıfırlanmadığının bir göstergesi… Halbuki ahrete göçecek ve ömrünü cenneti anlatıp herkese model olmaya çalışan bir kişinin bir kahvaltıya bu kadar paye biçmesi pek doğru olmasa gerektir. Halbuki Yunus’un tavrı ne: “Ballar balını buldum Kovanım yağma olsun.” Hocamız: “Ben Rabbimden davet aldım. Gerçek sevgiye gerçek sevgiliye göçüyorum ne işim olur kahvaltıyla” demesi biraz daha uygun kaçardı sanırım…
-Evet Kahya Efendi haklısın… Rüyaları bir fırsat bilip eksik gediğimizi tamamlamanın yoluna bakmak gerekiyor demek ki…

20 Eylül 2018 Perşembe

AİRPORT...


AİRPORT…
Nefsine söz geçiren, herkese söz geçirebilir, diye bir anlayış vardır… Bana sorarsanız: “Bir üçgenin iki kenar uzunluğunun toplamı üçüncü kenardan daha uzundur,” kadar da doğrudur.
Geçenlerde yine bir şafak vakti AİRPORT programını izliyorum. Güntay ŞİMŞEK’in sunduğu. Başka dünyalara kapı açıp, başka kültürleri tanıttığı, farklı bilgiler devşirdiği için hoşuma gider. Sanırım 16 Eylül. Bir konuğu var: Dr.Serdar SAVAŞ…
Serdar Bey Genetik Konularda yoğunlaşmış; çok farklı bilgiler verdi. Hemen kısaca özet:
Bir: İnsanlar uçak seyahatinde  daha çok radyasyon alırlar…
İki: Bu nedenle de  DNA kırıkları meydana gelme riski artar.
Üç: kırık meydana gelmişse de tedavi süreci uzayabilir.
O nedenle; Pilotlar, kabin görevlileri dikkat etmeliler. Tabi bir de sıkça seyahat etmek zorunda kalanlar.
Program sonunda da konu: “Gittiğiniz Ülkede Nasıl Beslenmeliyiz?”  Güntay Bey’in sorusunun girizgahı:
Dr. Serdar: “Güntay Bey bu sorunun cevabı; Dr Serdar olarak sorarsan farklı, kişi Serdar olarak sorarsan farklıdır.  Dr. Serdar’a göre: Gittiğiniz ülkede et cinsi şeylerden uzak durun metabolizmanız yorulmasın bozulması. Hiçbir şey olmasanız dahi ishal olursunuz.  Sebze meyve türü şeyleri tercih edin.  Ama bana sorarsanız ben Adanalıyım yeme içmeyi çok severim hemen dalarım etli butlu şeylere tabi sonuç malum; yurt dışından hep hasta ve sıkıntılı gelirim.”
Program sonundaki bu cevap ve yaklaşım  beni şok etti. Onca teknik bilgiden sonra böyle kendine yenik düşmeyi anlamaya çalıştım  Hafızam şu ayete bağladı…Nahl Suresi Ayet 92: “Bir toplum (ümmet), başka toplumdan üstün diye, yeminlerinizi bozulabilir sayıp “ipliğini sağlam eğirdikten sonra çözüp bozan kadın” gibi olmayın. Allah bu şekilde sizi sınar. Kıyamet  günü, aranızda anlaşmazlığa düştüğünüz konuları size elbette bildirecektir.
Dr. Serdar Beyin iş buna benzedi…
-Mirim bu ayetin anısı ne ola ki? C. Hak örneklediğine göre.
- Mekke’de yaşayan bir kadın vardır... Adı:  Saide...  Eset kabilesinden... Bu kadın psikopat bir tip; takıntılı... Bu kadın, öğleye kadar iplik büker, öğleden sonra da takıntılarının esiri olur bükmüş olduğu ipi çözer atar, dağıtırdı.
K.Kerim toplumdaki bir kişiyi kişilikleri bazen modelleyerek bize davranış kazandırır...
-Mirim yani Serdar Bey herkese anlatıyor da nefsine anlatamıyor mu? İmamı Azam olayı ile ölçersek tesiri olmaza geliyor. Malum: Kadının biri İmamı Azama gelir ve her ne sebepse çocuğunun bal yememesini istemesine rağmen sözünü geçiremediğini bu nedenle çocuğu ikna etmesini rica eder… O da “Kırk gün sonra geliniz şimdi uygun değilim,”der.
Kırk gün sonra geldiklerinde çocuğun başını sıvazlar ve “Haydi evladın göreyim seni bundan sonra ailenden bal isteme ve sen de yeme!” Nasihat bu kadar. Aile hödük: “Ya İmam bizi kırk gün bunun için mi beklettin?” Cevap enteresan:
-Ben daha o gün az evvel bal yemiştim. Sözüm tesir etmezdi. Kırk gündür bal yemeyi bıraktım ki; sözüm tesir etsin. Bi iznillah çocuğunuz bal talep etmeyecek ve yemeyecektir.”
Mirim bu ayet bir de Batılı hatta Uzak Batılı DOSTLARIMIZI(!) da kapsıyor bana göre…Onlar da verdikleri sözü tutmuyorlar…Akit ve ahitlerini bozuveriyorlar güçlerine güvenip…
-Sevgili Kahyam konu anlaşılmıştır. Lafın tamamı aptala söylenirmiş; herkes ne diyeceğimi gayet iyi bilir: Cümlemizin cümlenizin CUMASI HAYROLSUN…  

13 Eylül 2018 Perşembe

ARIYI İĞDİŞ ETMEK...


ARIYI İĞDİŞ ETMEK…
Pes doğrusu…
Bunu da yaptıklarını bilmiyordum…
Haydi anladık; harem ağalarını iğdiş et. Haremine göz dikmesinler, diye. Ne kadar çağ dışılık desek de çocuk istismarcılarına “kimyasal iğdişlik”  işin günceli…
Haydi anladık güçlü kuvvetli tosunları iğdiş edersin ve artık adı ÖKÜZ olur… Çalışmaktan başka bir şeyle uğraşmasın diye…
Ey ahali bu arıyı iğdiş etmek kimin aklına gelir?..
Halbuki bitkiler ve hayvanlar alemi kendi neslini soyunu devam ettirmek üzere kurguludur.
-Mirim senin hibrit denilen üreme özelliği iğdiş edilmiş bitkilerden; domatesten, salatalıktan, biberden zerzevattan haberin yok sanırım.  Hele uçar cinsi de katarsan tavuklar hindiler falan da hibrit iğdiş sülalesinden oldu çıktı.
-Tabi tabi… Bir de üstelik GDO’yu da ekle ortalık toz duman…
-Mirim bu arı meselesi?
-Pendik’de yerini tarif edemem –sanırım- yarı olimpik yüzme havuzlu, saunalı, buhar odalı bir Türk hamamı var. Önünden gelir geçerim. Kapısında da mübalağa olmasın bir metreyi aşkın bir “besmele” var. “Selam ve Besmele” malum İslam’ın sembollerinden. Mesaj belli:  Biz İslamî adab ve ahlaka uygun hizmet veriyoruz.  Sakın yanlış talepler düşünceler olmasın, demek.
Bir gün ziyaret ettik. Nefeslenmek üzere molada bir arkadaşın saunaya girmesi ile çıkması bir oldu.
-İçerisi çok mu sıkıcı? Dedim. “Yok süreyi tamamladım benim kalpte stent takılı… Bana sauna, belli disiplinle iyi geliyor.” Deyince, işi muhabbeti koyulttuk. Bal sattığını öğrendik… “Kendi balın mı?” “Hayır.” “Toplama mı?” “ Hayır.” “O nasıl olacak o zaman?..”
-Biraderin ballarını satarım. Doğal… Dost olma şartıyla garantili.
-Mirim bir kere alırsanız müşterisiniz. İkinciyi alırsanız o müesseseye güven tam demektir. Zira hadis ne: “Bir Müslüman bir delikten bir sefer geçer.” Senin balcı seni dost kılacak şeyi bulmuş. Kaliteli mal samimi arkadaşlık.  
-Evet… Sohbet ederken o anlattı arıların iğdiş edildiğini. “Neden dedim?”
-Benim biraderin elli kadar kovanı var. Oğul vermeye devam ederse bu seneye 100 olur. Gelecek sene de 200 olur. Bunun hakkından gelemezsin. Ne kovan yeter ona ne de hizmet…
Bana göre mesele anlaşıldı… Arının kendisini üretme ve artırma yerine iğdiş et; az üret ve pahalı sat.     
K.Kerim ayetlerinin bazıları kevni’dir. Yani yaratılışla alakalıdır. Yaratılmışlara dikkat çeker izahata kalkışmaz.  Arı ve bal konusu da K.Kerim’in işaret edip dikkat çektiği konulardandır. Nahl Suresi…
-Mirim desene insanoğlu bu konuda da fesadı kendi eliyle yapmakta…
-Evet yine K.Kerim’in dikkat çektiği gibi: Rum Suresi Ayet 41: “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.” Düzeni maalesef bozan bizleriz kör nefsinize uyarak… Yine de ümit varız CUMANIZ MÜBAREK OLSUN…

11 Eylül 2018 Salı

ADALET VE HUKUK ÖNEMLİ...


ADALET VE HUKUK ÖNEMLİ…
Bizde bir konu; birilerince anlatılınca, birilerince yazılınca ve birileri konusunda varsa kıymet ifade eder. Hatta konunun değerinin önüne bile geçilebilir.
Peşinen “Haklarını hakkıyla teslim ederim.” Kısa yazıma öyle başlayayım da sonunda hakkımda yanlış düşünce üretilmesin…
Pazar günü  Hıncal Uluç “Günün İçinden” sayfasında Adli Yıl açılışı ile ilgili bir yazı döşenmiş.
Sanatçı Sunay Akın, bir anı yad etmiş: Sans-Souci Sarayının anısını…
Almanya kralı 2. Frederick -1750 yılında-Berlin civarında kır gezintisi yaparken bir yel değirmeni görür eski püskü bir şeydir. Görevlilere: “Burayı satın alın ve bana yazlık bir saray yapın,” der.
Değirmenci inat eder değirmeni satmaz. Değirmenci “Sen kralsın, paran çok, git başka yerde yap sarayını” deyince Kral Kraliyet gücünü ortaya koyar.
O zaman Değirmenci, “ Sen kralsın ama Berlin’de de hakimler var.” Der ve Alman hukuk sistemini  bir satırda anlatıverir…
Saray da fonunda bu değirmen olarak yapılır ve Alman Hukuk sistemi adeta abideleştirilir…
Cumhuriyetimizin banisi Atatürk -daha henüz Mustafa Kemal  iken- Almanya seyahatinde bu konuya önem verir ve bu sarayı ziyaret eder. Buradan esinlenerek de “Adalet mülkün temelidir.”  Sözünü serdediverir ve Mahkeme salonlarına bu söz fon olarak yazılır.
Sunay Akın, bu anıyı anlatınca salondakiler ayakta alkışlar. Hıncal Uluç da konuyu köşesine yazıverir…
Birden kendi tarihimizi zihnimde yokladım. Hem Yıldırım Bayezit’te hem de Fatih Sultan Mehmet’te örnekler var. Acaba -Sunay Akın- birileri bu iki örnekten birisini anlatsaydı aynı alkışı alır mı idi?
-Mirim birisini anlat da alkışlanacak mı yoksa gümbürtüye mi gidecek gör? Boşuna vehim etme.
- Tamam. Osmanlı Devletini kuran Osman Gazi 1326 yılında vefat eder. Oğlu Orhan Gazi 1326’da padişah olur ve o yıl Bursa’yı fethetmek ona nasip olur. Orhan Gazi, fütuhata devam eder ve Bizans kraliyet ordusunu  Palekanon Savaşı(1329) ile yener… İçinde yaşadığımız SULTANBEYLİ İlçesi yöresi ve  AYDOS Kalesi dahil bir hayli Bizans toprağı Osmanlıya geçer; Bizans  kendi kabuğuna doğru çekilmeye başlar. Hatta İstanbul’un fetih programının başlangıcını bu bölgenin alınmasına kadar götürenler olur.
Orhan Gazi vefatı(1360) sonrası oğlu 1. Murat padişah olur ve KOSOVA’da şahadeti (1389)neticesinde de 1. Bayezit (Yıldırım) Padişah olur.    
Balkanlarda genişleme devam ederken Asya’nın ortasından başlayan İpek Yolu ticaretinin son halkasını canlandırmak için Bursa’da bir kompleks düşünülür; hanlar, hamamlar, ticaret yerleri ve cami.
Şimdiki Koza Han ve Bursa Ulu Camisinin(1399) yeri istimlak edilirken gayri Müslim bir kişinin küçücük bir arsası da komplekse katılması esnasında bir rızasızlık ortaya çıkar ve inadım inat olay çözülemez.
İşte o zaman örfe hak hukuka İslam’a dayalı Osmanlı hukuku devreye girer ve dindar inat gayri Müslime söz verilir: “Senin arsanı camiye katmayacağız” diye. Bu alan Bursa Ulu Camisinde şadırvan olarak bırakılır. El an da hala şadırvan olarak kullanılmaktadır…
-Mirim -eğer hukuka saygılı isen- koca Bursa’yı alırsın da işte o küçücük avuç içi kadar yeri alamazsın. İki olayın benzer tarafları demeyeyim ana konu aynı.  Ama rivayetçileri, anlatan ve yazan o kıymette değil. Hele bir de işin için de büyük Ata’mız olmayınca konunun pek kıymeti harbiyesi olacağını umma.      
-Haklısın sevgili Kahyam haklısın. Rüzgar batıdan eserse uçurtma öyle yükseliyor.

9 Eylül 2018 Pazar

ÇOCUĞUN EĞİTİMİ...


O % 1 ÇOK ÖNEMLİ…
Bir bütün, çeşitli faktörlerden oluşuyorsa her faktörün %’lik dilimi farklı olabilir… Mesela: Çocuğun eğitimi ve yetiştirilmesi bir bütünse onun da faktörleri genel kabule göre üç tanedir; Okul, Aile ve Çevre… Bunlar, çocuğun yetişmesindeki en önemli üç faktördür.
Bir bütünü de 100 üzerinden değerlendirirsek okul, aile ve çevrenin hisseleri %33 olmalıdır. Bu üç faktör, hisseleri açısından bir birini ağdırmamalıdır.

-Mirim tamam da %99 eder. O %1lik fazlalık ne olacak? Hem bu yazı nereden çıktı?
-Kahya Efendi yeni çiçeği burnunda demeyelim işinde bir hayli mesafe almış sayın Milli Eğitim Bakanımız ağzı laf yapan eli kalem tutanları toplamış ve “ ARTIK BULALIM sloganı ile acaba milli eğitim sistemimizde neler yapmalıyız? Neleri yapamıyoruz?” diyerek çalışma başlatmış… Konu bu…

Ben de eski bir milli eğitimci olarak çoluk çocuk sahibi bir baba olarak aklımın erdiklerini yazıvereyim dedim… Bir ömür neticesinde ben şu neticeye erdim.
Şayet çocuğunuzun yetişmesinde Milli Eğitim Sistemimizin hissesini – dengeleri bozup- artırırsanız çocuğunuz; seküler tarzda, laik, bütün dinlere eşit yakınlıkta değil eşit uzaklıkta bir karaktere sahip kılarsınız.  Zira bizim eğitim sistemimizde ahlak dinin değil aklın emrindedir. Günümüz akıl sistemimiz de kolay kolay ilahiyat torbasına girmemekte vahye dayalı sisteme soğuk bakmaktadır…

-Mirim neden böyle?
-Neden olacak?  Vahye dayalı sistem insana sorumluluk yükler. “Durup dururken kendini bağlayıp bir sürü sorumluluğa girmenin ne anlamı var,” diye düşünülmekte… 

Şayet okul ve aileyi ihmal ederek çevre faktörünü abartırsanız yelpazesi geniş aşırı uçlara saplanabilen ailenin ve okulun çizgisinden aşmış bir tiple karşılaşabilirsiniz. Fetöcüsünden tutun da terör örgütleri ve madde bağımlıların kurbanı olursa da şaşmamak gerekir.

Gelelim üçüncü şıkka AİLE… Şayet çocuğunuzu diğer hisseleri ihmal ederek bizzat huzur ve mutluluğu başarıyı evinizde temin edebilirseniz hem dünyevi hem de uhrevi hayatı için neler lazımsa onları tedarik eder  ve değerler eğitimini de temin etmiş olursunuz… Yani maddi manevi sorumluluğunuzu yerine  getirmiş olursunuz. Onun için ne yapın yapın o %1lik dilimi okula ve çevreye kaptırmamaya bakın derim.   Ailenin, çocuk yetiştirilmesindeki hissesi en az bari %34 olmalıdır vesseelam.

6 Eylül 2018 Perşembe

TEŞBİH.



TEŞBİH…
Eskilerin tabiriyle, Teşbih; benzetme, dil terimi olarak Betim/betimleme…
Biz insanoğlu  kendimizle ilgili, hayvanlar alemine bir sürü benzetmelerde bulunuruz. Kah teşvik için kah takdir ve/veya tenkit için…
Genel de babalar oğullarını “aslan” benzetmesi ile severler; bazen de “koçum benim…”
Ayrıca  hayvanlar alemi ile ölçümlememiz yeni de değildir.
Batıda Ezop hikayeleri Doğuda Hint kökenli Kelile ve Dimne hatta Hz. Mevlana Mesnevi’sinde dahi bulabiliriz.
Yiğitliğin , başarının, düzenli tertemiz olmanın sembolü aslanla ifade edilir…
Nedense sadakat köpeklerle ölçülürken kedilere nankörlük kalmış gibi görünüyor.
Tehlikenin sembolü yılan, ya Hacı  Leylek’e ne demeli?
-Mirim ne diyeceğiz; yılan yedin çıyan yedin şimdi Hacı Leylek mi oldun, diyorlar,
-Kahya Efendi ön hayatında hoyratça yaşayıp da sonradan hidayeti yakalayanlara yakıştırırlar bu değerlendirmeyi... Halbuki ne günah edersen et, nasuh tevbe kapısının daima her an açık olduğunu ve C. Hakkın settarul uyup/ayıpları örten ayrıca da gafurur rahim/günahları affeden  olduğunu bile bile…
Densizce davrananlara “ayı” yakıştırması meşhurdur.  Hani ayının ayağına diken batmış. Bir türlü çıkaramaz ıstırap büyük. Oradan bir avcı geçer ve ayıya yardım eder… Ayı minnet altında kalmamak için avcı ile dost olur ve yağlar ballar türlü yiyecekler adamı ihya eder.  Tabi bunca yemeğin üzerine rehavet çöker ve uyur bizim avcı. Etrafta bal olur da sinek olmaz mı?  Ayı, avcı dostu rahat uyusun diye sinekleri kış kışlar. Bir kovalar iki kovalar; sinekler arsız… Ayı eline irice bir taş alır ve beklemeye başlar sinek tam avcının alnına konunca ayı taşı indirir ve avcının alnındaki sineği öldürür…
-Mirim samimiyet tamam da demek ki; salt samimiyet yetmiyor… Yardım usulünün de doğru olması gerekiyor. Bak ayı sineği öldürürken adamı da öldürdü. Densizliğin bu kadarı da fazla.
-Ayı işte ne bekliyorsun ki… Bir insana kötülük yapıp da “ah vah tüh yazık oldu” ayaklarına yatanları timsaha benzetmeleri “bak yine timsah gözyaşı döküyor “demeleri de çok şık oluyor. Zira timsah avını lüplettikten sonra hazma geçince gözyaşı dökermiş.Hele bir de avına güler eda ile pis pis sırıtması ile “sırtlan’a”söylenecek bir söz bulmak kolay değil.
Kurnazlığın sembolü tilki; kendi işini kendi gören kurdun da hakkını teslim edelim.
-Mirim nereden çıktı bu hayvanlar alemi yakıştırmaları?
-Sorma… Geçenlerde sahilde çoluk çocuk bir hayli çok. Herkes çocukluğunda eremediklerini kendi çocuğunda görmek istermiş ya… Adamın biri hevesli ve hırslı… Dört yaş kadar- didi bacaklı alaburus traşlı-oğlunu  deniz ortasında platforma çıkarmış kollarında yüzme kollukları.  Oğlunu cesaretlendirip denize atlama ve yüzme gayretine teşvik ediyor. Fiziksel veriler tamam… Tamam da çocuğun biraz ikna edilmesi gerek; çocuğu bir şeyle ikna edeceksin. O da “Bak Oğlum sen bir kurbağasın.  Haydi artık korkma suya atla ve yüz.” demez mi… Hepimizi bir gülme aldı…
-Mirim teşbih doğru da keşke her teşbih yerini bulsa maalesef bulmuyor… Son gün bile olsa HERKESİN MUBAREK  KURBAN BAYRAMI GÜNLERİNİN C.Hakka yakınlaşmaya vesile olmasını dilerim.

EŞEK VE SEMERİ.



EŞEK VE SEMERİ…
Atasözleri, her millete özgü kültürü, anlayışı yansıtır; bazıları lokal o millete has olsa dahi bir kısmı da ortak aklın yansımasıdır…
Bizim geçmişimizde de eşekle alakalı atasözleri ve deyimler hep dikkatimi çekmiştir.  “Eşek gibi inatçı” deyimin yanında, bir atasözümüz de “EŞEĞE SEMERİ YÜK GELMEZ.” dir.
Malum eşeğe ister kendiniz binin ister yük taşıtın mutlaka bir semeri olur. Eşek de o semeri öyle benimser ki; artık o semer onunla hayat arkadaşı olur ve ona yük gelmezmiş…
Ta ki yük gelene değin; eğer, eşek semerini yük saymaya başlarsa artık o eşekten hayır gelmez. Hemen yollarını ayıracaksın…
-Mirim bu benzetme ve kıyaslama bir yere varacak da haydi hayırlısı kabak bize patlamaz inşallah…
-Kahya Efendi işin icabatını yerine getirirsen kabak sana niye patlasın? Bak mesele şu:
İzmir Kütahya arası gündüz yolculuğu olabildiğince sıcak ve sıkıcı geçti… Herhalde biraz da halsizlik vardı. Uykuyla mücadele ederken Gediz ilçesinde bir paket ayçiçeği aldım ve uykuyu yorgunluğu hafiflettim. Tabi arabada olur olmaz el ermez göz görmez yerlere de çekirdek kabukları gitti. Üzerine de 350 km. İstanbul yolculuğu  bir de yaz tatil arabası derken bizim düldül soluğu temizlikçide aldı.
Ara yıkanır & CAR CARE ( malum ya ad daha havalı oluyor) sahibi beni gör kapı aldı. “Abim hoş geldin nerelerdesin? Anahtarı bırak, 3 saat sonra gel. İş tamam” deyip beni salavatladı.
Zamanında geri vardım. Baktım araba süpürülecek bekliyor. Hayrola dercesine bakarken bizim arkadaş başladı yakınmaya:
-Aman abim ne olmuş bu arabaya böyle? Her yer kuruyemiş kabuğu, falan… Bir sürü saydı… “Eğer böyle olduğunu bilseydim almazdım ben bu arabayı yıkamaya…”
-Mirim sen de ayıp etmişsin adama. İnsan arabayı temizler de öyle götürür yıkamacıya(!)
-Yahu Kahya Efendi  işin icabatı insana yük gelmeye başladı mı o işten de o adamdan da hayır gelmez. 
Bir ana/baba düşün evlatları onlara yük geliyor; o adamın babalığından/o kadının analığından hayır gelir mi?  Kapı kapı gezip çocuk aramamışsın C. Hakk sana evlat vermiş –emanet- sen ona gerekli ilgiyi göstermiyorsun… Olur mu?
Keza karı koca bir aile olmuşlar herkes üzerine düşeni yapmıyor. Olur mu?
Öğretmensin öğrencilerin cehaletinden yakınıyorsun. Olur mu?
Doktorsun hastadan şikayetçisin. Olur mu?
İmamsın vaizsin cemaatten şikayetçisin. Olur mu?
Devletsin vatandaşından bizarsın/yılgınsın. Olur mu?
Velhasılı herkes işinin icabatı/gereği ne ise onu yapmak durumunda; yoksa ne toplumsal barış, ne de başarı ve bereket hak getire…   

ÇAY MUHABBETİ...


ÇAY MUHABBETİ…
Orta yaş dostlarımızdan Op.Dr. Ahmet TÜRK’ün anılarında güzel bir anekdot var. Hoca’sı, bir gün sormuş.
-Evlatlarım sizce mutluluk nedir?
-Mirim  hepsi tıp öğrencisi düşünsene türlü türlü cevaplar çıkmıştır.
-Orada da öyle olmuş. Ama Hoca kendi fikrini şöyle açıklamış: Bence mutluluk iki şeyle olur. Birincisi, helal kazanacaksın.  İkincisi de sevdiklerinle eş dostlarınla kazancını yiyeceksin.
-Mirim dost dosttur. Bu “orta yaş” ne oluyor?..
-Kahya Efendi insan ömrünün her kademesinde dostları olur/olmalıdır. Eskilerine sahip çıkmalı yenilerini de kazanmalıdır.
İşte bu kabilden AĞAÇE’ler ailesiyle sabah kahvaltısında beraber olduk. Mahmut Bey Kimya Mühendisi, Nezihe Hanım Edebiyat öğretmeni, kızları Zelal Hanım ve torun Dârâ…
Ziyaretler, ikramın ötesinde sadece karın doyurmak değil; kültürünüze de katkı sağlamalıdır.  Bu ziyarette, sevgi saygının ötesinde muhabbet de doğdu.
Evimin sahibesi çay ikramında bulunurken dudak payını biraz fazlaca koyunca Mahmut Bey’in ecdat yadiğarı çay ritüeli gündeme geldi…
-Betül Hanım, bizde bir adet vardır. Çayın üç özelliği olmalı, derler. Lebâ leb olacak. Bardak ağzına kadar dolu olacak. Leb-i rûj olacak. Dudak renginde olacak. Leb-i sûzân olacak. Yani dudağı yakacak kadar  sıcak olacak…
-Mirim sizin muhabbet çok koyu olmuş. Hem edebi yüksek,  hem eğitici. Yoksa bazı misafirler gibi  ev sahibinde merdiven isteyenlerini de gördük.
-Kahya Efendi kırk yılı aşkın bir edebiyat öğretmeni ile yaşıyorsan karakterinde de nezaket varsa işte zarafet o zaman doğuyor demek ki…

KURBAN


KURBAN’IN PARADİGMASI…
Önümüz kurban bayramı…
Dolayısı ile sağda solda camide dışarıda gündem Kurban…
Arada bir ve bazıları, paradigmasından bahsetse bile; çoğunluğumuz Kurbanın Parametrelerinden konuşuyoruz. Yok koyun koç olsun, erkeç keçi dana mana, etli butlu olsun, yok şurada burada keselim veya vakıflara verelim falan falan. Bunlar kurbanın parametreleri…
Parametrelerin çeşitli ve çok seçenekli olması işi kolaylaştırır; ayrıca doğrusu da “illaki benim dediğimdir” deyip diretmenin de bir anlamı yoktur.
Parametreler, eğer paradigmanın çerçevesi kapsamında ise işe yarar yoksa hedefi olmayan atılmış bir ok gibi maazallah boşa gider mi gider…
-Mirim parametreleri az buçuk anladık, ya paradigma?
-Paradigma, bir işin yapılıştaki  hareket çıkış noktası ve ulaşılacak hedefteki varılacak noktadır. Yani koşuyu örnek alırsak “start ve finish” belirli olacak. Sadece start olursa boş ok hedefi olmayan ok gibi olur.
Bak bir örnek verelim… Ankebut 45: “(Resulüm) sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl.Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar…”  Namazın paradigmasına göre varılacak  hedef nokta: “Kötülüklerden hayasızlıktan uzak durmak…” Şayet hem namaz kılıp hem de bu hedefi tutturamıyorsak demek ki,  parametreleri uygulamak işe yaramıyor.
Haydi bir örnek daha…
Her Cuma  çoğumuzun çoğu zaman uyuklayarak dinlediğimiz Nahl 90: “ Muhakkak ki Allah;adaleti, iyilik etmeyi,akrabaya yardım etmeyi emreder… Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da  yasaklar. O düşünüp tutasınız, diye size öğüt veriyor.” Bir toplumu yıkıma götüren davranışları tanımlamakta… Düşünün kafa yorun yasalarınızı buna göre çıkarın, eğitiminizi bu göre modelleyin, sosyal hayatınızı da bu altı maddeye göre şekillendirin ki toplum huzurlu olsun.
Gelelim Kurban’ın  paradigmasına…
Hac 37: “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır…” C. Hakkın koyduğu paradigmal hedefe göre mü’minin ulaşacağı nokta: TAKVA’ya ulaşmaktır. Yani takva’ya ulaşmadığınız zaman kurban parametreniz işe yaramıyor.
Peki C. Hakkın kastettiği ölçüde TAKVA ne ola ki?..
Takva; Arapça kavi kuvvetli olmak anlamına gelir. Doğru güzel davranışlarda, sabırlı sürekli olmak bırakmamak; bunun yanı sıra da yanlış şeyler karşısında dik durabilmektir. Yanlış, kötülük, nedamet duyuran/doğuran şeyler cazibelidir; nefse hoş gelen şeylerdir onlara karşı direnmek onlara hayır diyebilmek güçlü olmayı gerektirir. Onun için kavi kuvvetli kelimesi hedef gösterilmiş.
-Mirim peki neden kurban konusunda C. Hakk  TAKVA ölçüsünü hedef amaç ölçüsü yapmış?
-Kahya Efendi neden olacak insanların en çok yamuldukları maddi şeylerdir. Kurban da bu konuya açıktır. Kurban etini deepfirize doldurmasınlar diye bu ayette ölçüyü “takvaya” bağlamış…

İŞARET Mİ?


İŞARET Mİ? İZAH MI?
Bizim sabah yürüyüşleri, sohbet tarzında geçiyor; hem yürüyoruz hem genel kavramlar üzerine iki kelam ediyoruz.
Fettah Bey İTÜ Makine mezunu. Yüksek mühendis.Şimdi çelik işiyle uğraşıyor.
-Mirim aslına bakarsan son iki yüzyıl, Batıya fark attıran meslek, makineciler oldu. Biz, Fatih’ten bu yana bu meslek dalında yaya kaldık.

-Evet doğrudur.Batı askeri yönde de gelişmesini makineciler sayesinde geliştirdi. İTÜ’nün tabanı Osmanlı döneminde Askeri  okul olarak açılmıştı. Mühendishane-i Berri Hümayun, Mühendishane-i Bahri Hümayun.  Ama demek ki cılız kaldı. Neyse… Fettah Bey ayrıca hem sosyal hem ahlaken kendisini topluma karşı sorumlu hissedenlerden… Bu nedenle de mesleki kitaplarının yanı sıra ortak akılla genel ahlak kurallarını temel alan kitap çalışmaları olmuş. “İnsan ve Ahlak” ve “İnsan ve Temel Değerler” kitapları var…

Ne sıklıkta olduğunu bilemem ama konferans ve bilimsel kültürel çalışmalara da katılmışlıkları var.
Eskilerin tabiriyle “ İlmi Hal” yeni adıyla “Davranış Bilimleri” bu dalda, bir uzmanın sohbetine katılır. Konu: Stres, Risk ve Öfke Yönetimi.
Uzman, bir hayli konuşmuş. Zira konu geniş. Sanırım, bilgi türü de “toplu iğne tarzında” olunca bazen süre uzar da uzar hatta yetmeye bilir de…
Fettah Bey bu sohbetten  bir hayli de memnun olmuş ki, bize övgü ile sitayişle bahsetti.
-Fettah Abi konu önemli, günümüz insanının en büyük problemlerinden biri “Stres-Risk-Öfke” konusu. C. Hakk’ın dikkat çektiği konulardan, deyince yüzüme şöyle bir baktı. Anladım.
K.Kerim’de C. Hakk bir konuyu izah etmez işaret eder… İzah, bilimin tarzıdır.  Konuların etraflıca detaylarını bilim izah eder. Biz K.Kerim’in işaretlerinde takıldık kaldık.  Haydi te’villeri bir yana alalım bari tefsirlerimizi güncelleyebilseydik.  Tefsir yazanlarımız eskilerin verilerini derleyip biraz günümüz diline yakın anlaşılır kıldılar ancak farklı güncel işe yarar izahlar üretemediler.
-Mirim bu konu K. Kerim’de nerede geçiyor?
-Âl-i İmrân 134: Erdemli, kendisini bilir insanların özelliklerini anlatan ayette. Şöyle: “ O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar. Öfkelerini yutarlar. İnsanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.”
Bu ayette üç temel davranışa işaret etmiş C. Hak.
Bir: Bollukta ve darlıkta Allah rızası için diğer insanları koruyup kollayacaksın.
İki:Öfkeni kontrol edeceksin. Kontrol etmezsen zincirleme hatalara başlarsın ve geri dönüşü de olmaya bilir.
Üç: Seni öfkelendirenleri de affedeceksin. Affetmezsen ila yevmi kıyame sonsuza değin onun sıkıntısını taşırsın kalbinde kafanda. Kafandan kalbinden sil gitsin. Hatta affet erdemli ol.
-Mirim , başkalarını affet affet de ama kendini asla affetme…
-Kahya Efendi aynen katılıyorum. Yoksa bu kör nefis seni geri dönülmez labirentlere sokuveriyor vesselam.